İnsanın fiziki yapısı evrenin bir parçasıdır. Bütün var olan canlı yaratıklarında fiziki yapısı evrenin hava, su, ısı ve toprak olan dört ilkesinden meydana geldiği bilinmektedir.
Var olan insan, yalnız fiziki yapısı ile insan değildir. Öyle olmuş olsaydı insanın hayvandan farkı olmazdı. İnsanda fiziki yapıyı yöneten bir ruh yapısı vardır. Bu iki varlığın birleşimi insanı, insan eder.
Her iki yapının da yaşam süreci içerisinde ihtiyaçları ve istekleri vardır.
Ruh bedenin arzu ve isteklerini yerine getirmesi için bedenin ihtiyaçları olan dünya nimetlerine kavuşturmakla nefsini tatmin ediyor ve ihtiyaçlarını karşılıyor. Ruh ve fiziki yapıya hizmet ederken düşünce yapısındaki manevi yönüyle en güzel olan hakikatin özüne ulaşmaya çaba gösterir.
Hedefe ulaşmak için, yaratılmışın yaratıcıya karşı yapması gereken niyaz ve yalvarış anlamındaki ibadet ve dualar ile Tanrı’nın mekânı olan insanı kâmilin gönlünde Hak’la birleşmeye çalışılır.
Ruh bedenin içerisinde bir enerji kaynağıdır. Fiziki yapı olan bedenimiz ruhumuz ile yaşamını sürdürür Ruhsuz beden bir cisimdir veya bir cesettir. El ile tutulmayan göz ile görülmeyen ruh, bedeni yöneten beyni kumanda eden bir enerji kaynağıdır. Tıpkı bir radyoya bir televizyona elektrik enerjisi vermeden hiçbir görüntü ve ses alamıyorsak ruhsuz bedenden de aynen hiçbir hareket ve ses beklenemez.
Ruh beyni kumanda etmekle görmeyi duymayı tatmayı koklamayı hissetmeyi ve düşünmeyi harekete geçirir Ruh gönle kumanda etmesiyle de duygusal davranışları harekete geçirir. Memnuniyet anında sevinmeyi gülmeyi kederli anında üzülmeyi ve ağlamayı rahatlaması için kendinden üstün güçlere inanmasını ve tapınmasını yönlendirir. İnsanlık var olduğu günden beri bu psikolojik ruh hali, inanmasına ve tapınmasına yönlendirmiştir.
Tarihlere baktığımızda, Deokritos ,Lecretus , Epikuros gibi ortaçağ bilim adamları şöyle diyorlar: İnsan kendi özünde bütün evreni yaratmıştır . Evrenin bağlı bulunduğu bütün yasalara kurallara koşullara insanoğlu da aynen bağlıdır “ Bu görüş Ortaçağda bütün bilim adamları tarafından benimsenmiştir.
Tasavvufta da ona şöyle denilmiştir “Âlemi Ekber (Büyük Evren) veya Âlemi Kübra (Büyük Evren)” insandır. “Âlemi Asgar” .
Evren Dünyadır Çünkü dünyanın fiziki yapısı ne kadar büyük olursa olsun keşfedilmiştir. İnsanın fiziki yapısı küçük olmasına rağmen, psikolojik ruhsal yapısı o kadar büyük ki o kadar geniş ki henüz keşfedilmemiştir. Ortaçağ âlimlerinden, “Thales Anaksimenes ve Herakleitos evrende var olan her cismin sudan havadan ateşten ve topraktan var olduklarını söylerken bir var olan başka bir değerin de altını şöyle çiziyorlar. Evrenin özünde değişmeyen, olduğu gibi kalan tek ilke “Logos “tur
(Ruh) yani enerji veren bir güç vardır. Logos evrene gerçek biçimi birliği ve düzeni veren ilkedir.
Aristo’nun Thales’in Platon’un ilk çağlardaki araştırmalarının temelinde de aynı düşünceler yatıyor Yalnız MÖ 5. Yüzyılda yaşayan Sicilyalı bilim adamı Empodekles kendinden evvel yaşayan bilim adamlarının teorilerini incelerken bu dört ilkeyi tanımlıyor. Bu dört ilkede var olan cisimlerin içindeki enerjiyi ikiye ayırıyor
1 Birleştirici kaynaştırıcı yaklaştırıcı olan Sevgi enerjisi
2 Ayırıcı dağıtıcı bozucu uzaklaştırıcı olan Nefret enerjisi
Şimdi bu bilim adamlarının düşüncelerinde evrenin içinde var olan bütün varlık türlerinin yoktan yaratılmadığı anlaşılıyor. Her ne kadar varlığın özünden değişmeyen genel düzeni sağlayan emirler veren bir logos (ruh) varlığından bahsediyorlarsa da kendi zamanlarında bu konuya ge deniş bir açıklama getirmemişler Onlardan sonra MÖ 460”lı yıllarda İstanbul İstanköy de doğan “Hippokrates ‘in öne sürdüğü bizim dilimizde “Nefes Yel “ dediğimiz Latincede “Anima” Yunancada “Spiritus” ibranice “Rıh” denilen sonradan lehçe değişikliğine uğrayarak “Ruh” olan enerjinin insan bedenini yönettiğini söylüyor. Tanrı kavramı adı altında ele alsak bile karşımıza yine bir ruh kavramı çıkıyor. Bakalım Kur’an -ı Kerim bu duruma ne diyor Sad süresi 71-72 ayetleri : ‘Rabbin meleklere şöyle demişti: Ben balçıktan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan ona ruh üflediğim zaman ona secdeye kapanın.’
Şimdi bu ayet ile insan varlığını tamamlayan Allah’ın ruhundan insanda da bir zerre olduğunu ispatlıyor Onun için insanlık var olduğundan beni gerekçesi ne olursa olsun kendi gücünün bittiği yerde güvenecek tapınacak ve inanacak bir manevi güce ihtiyaç duymuştur. İnsanda var olan bu psikolojik ruh gelmiş olduğu öz varlık ile her zaman ilişki kurmaya çabalar ve onunla birleşme duygusunu her an yaşatır. İşte ruhun bir arzu ve isteğinden doğan ilgi şudur: O bir eşi ve benzeri olmayan büyük ve güçlü olan Allah’a yaklaşmaya onun rızasını kazanmaya yönelik gönülden gelen ruh halinin bir takım davranışlara yansıması ile meydana gelen akıl üstü ve ilim üstü olan duygu ile ibadet etmeye ihtiyaç duymuştur. Şunu çok iyi bilmeliyiz ki dinsel düşünce insanlığın en eski davranışlarının ilkidir. Fakat yaratıcı ile ilişki bir bilim bir lisan bir davranış işi değildir. Bir gönlün bir duygunun bir tefekkür halinin davranışlara yansımasıdır. Bu duyulur anlatılmadan, müsaade edilir görmeden gösterilmeden saf gönül temiz kalp onu bahar çiçeklerinin kokular gibi duyar ve sezer.
O duyuşla mest olur ve söylenecek bir sözü olmaz o kokusu hissedilen varlık insanla yüz yüze, iç içe kucak kucağıdır işte ilim ve lisan üstü bu oluş bu durum ibadet sayesinde gerçekleşmiştir.
Psikolog Jung’un belirttiği gibi: Modern psikoloji henüz Tevhidin yarattığı mucizeyi çözememiştir. Kur’an da şöyle diyor Kaaf süresi ayet 16 “ Biz insana şah damarından daha yakınız.
ALEVİ İSLAM İNANÇ HİZMETLERİ BAŞKANLIĞI
Ayrıntılı Bilgi İçin; Alevi İslam İnanç Hizmetleri Sayfasını Takip Ediniz https://www.aleviislaminanchizmetleri.org/