Kırklar, Alevilikte olmazsa olmazlardan Kırklar Meclisi
Kırklar meclisinin izahı içerisinde, İslam’ın gerçek değerleri saklı.
Kırklar meclisini çözemeyen Aleviliği çözemez... Kırklar meclisi ve miraç olayı. İslam kaynaklarına göre 610 yılında gerçekleşmiştir.
Peygamber Hz. Muhammed Mustafa Miraç’a giderken, yolda önüne bir Arslan çıkar, Arslan yatmış, yolu kesmişti, o an, ''Amcam oğlu Ali, şimdi burada olsaydı bu Arslanın hakkından gelirdi" diye düşündü. Bu sırada bir ses duydu: yüzüğünü (hatemini, Peygamberlik mühürü) Arslana ver, Peygamber yüzüğünü çıkardı arslanın ağzına verdi, arslan sakinleşti.
Peygamber Sidretül Münteha'ya (Allah’a) erişti. Dost dosta kavuştu. Doksan bin kelam dile geldi, sırrı hakikat ile yüzyirmidört bine ulaştı. Otuz bini şeriat, otuz bini tarikat, otuz bini marifet’te kaldı 34 bini sırrı hakikat ile Hz. Ali’de kaldı. Doksan bin kelam halka anlatılır. 34 Bin kelam Hz. Ali ve Ehli Beytte sır olur. Otuz dört bini birçok sırra mazhardır. Evrenin nasıl ne şekilde yaratılıştan tutun Peygamber'imizden sonra neler olacaklarını bilmesine kadar. "Ben ilmin şehriyim, Ali ise kapısıdır" buna işarettir.
Miraç'ta Hz. Muhammet'e; süt, bal ve elma verildiği rivayet edilir. Bal aşka, süt sevgiye elma ise dostluğa işaret eder.
Miraçtan döndükten sonra Resul hazretleri, ashab'i Suffa'nın kapısına vardı. Kırklar orada sohbet ederlerdi. O hazreti Resul, kapıya vurdu. ''Kimsin" dediler. ''Nedir istediğin?" Resul hazretleri: Peygamberim, açın kapıyı, içeri gireyim, siz erenler ile dem-i didar görelim" dedi. İçerdekiler:" bizim aramıza Peygamber sığmaz. Peygamberliğini var ümmetine eyle" dediler. Peygamber hazretleri bunu işitip hemen geri döndü. Hak Teâlâ Hazretinden ol vakit ses geldi ki, ''Ya Muhammet, ol kapıya var..." Resul hazretleri o sesi işitip derhal geri döndü. Yine geldi, ol kapının halkasına vurup kapıyı tıklattı, içeriden ''kimsin?" dediler. Hz. Resul dedi ki? Ben Resulüm... Açın kapıyı, içeri gireyim, mübarek cemalinizi göreyim" dedi. İçerdekiler: ''Bizim aramıza Resul sığmaz ve hem bize gerek değildir" dediler. Resul Aleyhisselam bu sözü işitince geri döndü, diledi ki feragat gele, kendi makamına geri sakin ola. Tanrı'dan Peygamber’in kulağına aynı ses erişti: ''Ya Habibim, var yine o kapıya, o meclise dahil ol. Nere gidersin, dön geri." ''Seyyid geri döndü. Geldi o kapının halkasına el vurdu. İşaret eyledi." Yine dönüp geldiğini bildirdi, dediler ki, ''Kimsin?'' Resul dedi ki? "Sırrıl kayyum, hadimül fıkarayım.:" (yoksulların hizmetçisi olduğunu söyleyen Peygamber’in o esnada "Ene biatihim, ene miskinim, ene fıkarayım" dediği de rivayet olunur...Bu, ''Yoksulum, sizlerden birisi ve sizlere uyanım" demek olur.) kapı açılır Kırklar dediler ki "Buyur! Ehlem ve Sehlen'' dediler. Yani, Hoş geldin, kadem getirdin, gelmekliğin mübarek olsun" dediler. Resul hazretleri bismillah deyip ol kapıdan içeri girdi. Evveli sağ ayağını bastı baktı gördü ki, otuz dokuz sahabe otururlar.
Tam 39 kişi vardır. Üstelik bu meclis kadın ve erkeklerden oluşmuştur. Bunların 22'si erkek 17'si kadındır. Muhammed'e yer gösterilir. O'da gösterilen yere oturur. Hz. Ali'de meclistedir. Muhammed tesadüfen Ali'nin yanına oturur. Hz. Ali Peygamberin önüne ağzından çıkardığı yüzüğü koyar. Bu olaydan sonra Allah'ın aslanı denilmiştir Hz. Ali’ye.
Hz. Muhammed sorar. "Size kimler denir?" der. "Bize Kırklar denir" diye yanıt alır. "Ama burada 39 kişi saydım" der. "Selman-ı Pak Can Parstadır “denir. (Cebrail’e gitti) "Peki, sizin ulunuz, büyüğünüz, küçüğünüz kim" diye sorar Hz. Muhammed. Gelen yanıt şöyle olur: "Bizim küçüğümüz, büyüğümüz yoktur. Küçüğümüz de uludur, büyüğümüz de uludur. Birimiz kırkımız, kırkımız birimizdir" denir. Muhammed, Kırklar Meclisi'ne pirlerini sorar. "Pirimiz Ali'dir" derler. Bunun üstüne Muhammed meclisten bunu kendilerine kanıtlamalarını söyler.
O sırada Ali kolunu uzatır ve gömleğini sıyırır. İçlerinden biri "destur" diyerek neşterin ucu ile kolunu hafif kanatır. Kolundan bir damla kan akar. Onu, her canın kolundan birer damla kanın gelmesi izler. 40. canın bir damla kanı da pencereden içeri gelir. Bu ise Selman-ı Pak'ın kanıdır. Sonra Hz. Ali kolunu bağlar, hepsinin kanaması durur. Zaten o sırada salman da kolu sarılı olarak elinde bir üzüm tanesi ile içeriye girer. Daha sonra peygambere bu lokmanın pay etme görevi verilir, ama pay edemiyor. Salman elinden alıp eziyor, kırkların birisinin dudağına değdirmesi ile kırkı birden mest olurlar. Çünkü kırkı bir, biri kırk, aynı anda hepsi hareket halinde bir bütün. "Ya Allah" deyip semah dönerler. Hz. Muhammed'de onlara katılır. Sonra, üryan, büryan semaha duruyorlar. (Neden üryan, büryan? Üryan büryan, çıplak, kıyafetsiz demek ama manası gönülden arınma) Semah esnasında peygamberin sarığı yere düşüyor, sarık, kırk parçaya yırtılıp bele kemer olarak bağlanıyor. Yani kemerbest olunuyor.
Bu olayın kaynağı İmam Cafer Sadık'ın buyruğunda yazar.
Aleviliğin dört kapı ve kırk makamındaki aşamalarının mana anlamında ayrı ayrı dili var.
Birinci kapı herkesin bildiği ve takiye (koruyan) yapılan dinin anlaşılır dili ve her kapının kendi içerisinde de yine dört ayrı dili. Kapılardan ilerledikçe talibin gelişimine ve algılama durumuna göre yeni bilgiler yükleniyor ve bir önceki kapı daki bilgiler boşa çıkıyor.
Sırrı hakikat kapısına erişince talibin öğrendiği inanç bilgilerin tümü elekten eleniyor, gereksiz olanlar terk ediliyor. Talip artık kendisi eğri ile doğruyu anlıyor. Sonuç olarak da karsısına bilimin bütün dalları çıkıyor. Son basamağı tamamlayan talibe o nokta da su söz söyleniyor „Bilimle gidilmeyen yolun sonu karanlıktır “.
Dört kapıdır kırk makam
Üç yüz altmış menzil var
Coşma deli gönül coşma
Coşup ta bendinden tasma
Üç yüz altmış altı çeşme
Ser çeşmenin gölü benim.
Sırrı Hakikate eren ozanlarımızın çoğu bu 366 rakamını deyiş ve nefeslerinde işlemiştir. Açıp bakabilirsiniz sayısız örneği vardır. Hepsinde de su, ırmak, çeşme vb. gibi geçmektedir.
Pir Sultan burada kırkların oluşan damarlarının 360 (366) damarını izah eder. Cem esnasında kadın, erkek bir can olmamızda çocuğun henüz ilk kırk gününde cinsiyetsiz oluşudur. Neşteri vurunca kırkından da kan akması demek, çocuğun damarlarından akan kanın kaynağının tek vücut olması kanın ayni damarlardan akmasıdır. Kırkının aslında bir kişi olmasının tek can olmasının izahıdır.
Üryan büryan semaha girmek de ana karnındaki çocuğun çıplak olarak dönüşümünü simgeler.
Güruhu Naci ye özümü kattım.
İnsan sıfatında çok geldim gittim.
Bülbül olup firdevs bağında öttüm
Bir zaman gül için dara düş oldum (sıtkı)
Biz üç bacıydık güruhu neciydik (temiz, yeniden doğmak)
Kırklar meydanında süpürgeciydik
Süpürgeci Selman kör olsun Mervan
Zuhur ede mehdi sahibi zaman
Alevilik bütün semavi dinlerden önce var olan bir geçmişe sahiptir.
Aleviler, bilim ve ilimi sır ederek binlerce yıldır, deyişlerin, cemin, semahın, sazın, sözün içerisine inanç öğeleri ile bütünleştirip günümüze kadar ulaştırmışlardır.
“Ellerin kabesi var benim kabem insandır” diyenler, insanin hem içini hem dişini çok güzel çözmüşlerdir.
Binlerce yıllık bir birikimi olan Alevilik bütün dinlerin Şah’ıdır.
Hiç kimsenin gücü Aleviliği ne yok saymaya yetmez. Aleviler inançlarını bilimle bütünleştirerek sadece elle tutulan gözle görülen bilimle ispatı gerçekleştirilebilen, değerlere inanarak yasamış ve yaşatmıştır. Bu yasayışın merkezinde de insan oturmaktadır.
Kaldırın baslarınızı yukarıya, „ilimle gidilmeyen yolun sonu karanlıktır “diyenlerin bir bildiği varmış ki bu sözleri söylemişler. Bütün bu izahlar bizlere Aleviliğin nerde durduğunu çok iyi anlatmaktadır.
Alevilik İslam la çok ince bir bağla hafiften bağlıdır gibi sözler sarf edenler Aleviliği hiç tanımamış geri kafalılıktan başka bir şey değillerdir.
Eğer Aleviliği bağlayacak bir yer arıyorlarsa o bağlanacak yer göbek bağıdır.
KAYNAK: Aleviliğin anayasası- Hasan Harmancı
Kaynak kitap, Arif Tekin
Damlanın içindeki gerçek, Ünsal Öztürk
ALEVİ İSLAM İNANÇ HİZMETLERİ BAŞKANLIĞI
Ayrıntılı Bilgi İçin; Alevi İslam İnanç Hizmetleri Sayfasını Takip Ediniz https://www.aleviislaminanchizmetleri.org/