Hz. Muhammed'in Hayatı / 23 Ekim 2021, Cumartesi

Rahmet Peygamberi, O Allah’ın nebisinin Mekke’sine, doğduğu yere, büyüdüğü şehre, annesi ve göremediği babasının, Allah’ın nurunun yanacağı şehir olan Mekke’den başlayıp Medine’ye kadar giden bir yolculuğa tanık olacağız. Hz. Peygamber Kâbe’nin yanı başında, Merve tepesinin yakınında 200 m uzaklıkta olan ve şimdilerde bir kütüphane olarak gösterilen ama hiçbir faaliyet göstermeyen mütevazı bir evde dünyaya gelmiştir. Kâbe’ye sırtınızı verdiğinizde o mütevazı yerde insanlığa nur olarak doğan Hz. Resul’ün evini göreceksiniz. Bu mütevazı ev hala iki katlı ve hala Merve tepesinin oradadır. Bu evde Hz. Resulün hatıraları var, dokunduğu yerler var.

Hz. peygamberin doğduğu gün yani 571 yılı Haziran Mekke öyle bir karanlığa bürünmüş ve sessizliğe gömülmüştü ki Ay, Dünya’nın arkasına saklanmış sanki yüz kızartıcı bir şey yapmış gibi duruyordu. Saatler gece yarısı olduğunda hicaz topraklarında serin bir rüzgâr vardı. Gökte yıldızlar rengârenk olup adeta Muhammed’i karşılamak için bekliyorlardı. O gece herkes uykudaydı. Koskoca şehirde sadece bir kişi uyumuyordu. O da âlemlerin rabbini dünyaya getirecek olan Hz. Amine’ydi. Beklediği sancıyı hissetmeye başlamıştı Hz. Amine; anlamıştı ki oğlu Muhammed’e bugün kavuşacaktı. O bütün hayatını oğlu Muhammed’e adamış bir anneydi. Mütevazı bir kadın ki Hz. Amine daha kocası Abdullah’a bile doyamadan onu yitirecek ve oğlu Muhammed yetim kalacaktı.

Hz. Amine birden yanında hiç tanımadığı nur yüzlü güzel kokulu kadınlar gördü. Onların kim olduğunu ve odasının kilitli olan kapısından nasıl içeriye girdiklerini düşünüyordu. O nur yüzlü kadınlar Muhammed’i kundaklayıp annesine vermek için oradaydılar. Karanlık ve sessiz olan Mekke-i Mükerreme Hz. Muhammed’in doğumuyla herkesi sevince boğmuştu.

Hz. Muhammed dünyaya geldi. Doğuşuyla birlikte yerde ve gökte onun gelişiyle, Araplar arasında yüzyıllarca uygulan bir gelenek vardı. Yeni doğmuş bebeklerin hem özgür bir atmosferde hem de konuştuğu dili daha çabuk kavramaları için çocuklarını bir bakıcıya vermeleriydi. Hz. Amine annemiz ile Hz. Peygamber arasındaki süt verme olayı o kadar az olacak ki ancak Hz. Amine Resulullah’a sadece 5 gün süt verebilecekti. Bir ana için yeni doğan evladını bir daha görememek kadar acı bir durum olamazdı. Sonra Mekke’yi kavuran o sıcaklık Hz. Peygambere sütanne arayabilme imkânı aratacaktı. Ve nihayet bir sütannesi bulunur. Peygamberin sütannesinin ismi Halime idi. Halime önce iki sene, sonra üç toplamda 5 sene sütanneliği yapacaktır Hz. Peygambere. Resulullah’ın olmadığı zaman Hz. Amine her gün ağlamaktaydı. Çünkü evladı uzaklarda başka bir kabilede Sadoğlu kabilesinde Hz. Peygamber büyütülmeye çalışıyordu. Hz. Peygamberin Halime’nin evine gittiği günden beri Halime’nin evine bereket yağmaya başladı. Yoksulluktan kurtulmaya çocuklarının solan yüzlerine canlılık gelmişti. Kuruyan göğsü süt dolup taşmıştı. Hz. Halime Resulullah’ı 2 sene sonra Amine’nin yanına getirdiğinde Mekke’yi bulaşıcı bir hastalık sarmıştı. Hz. Amine götür çocuğumu buradan halime evladım burada telef olmasın. Bu olaya Amine üzülecek Halime ise sevinecekti. Zaman öyle çabucak geçiyor. Amine içinde evlat hasreti yanıp kavuruyordu.3 sene sonra Hz. Peygamber annesinin yanına dönüyor ve annesiyle 1 sene kalıyor. Hz. Amine bir Medine dönüşünde Ebva denilen köyde 27 yaşında iken bedenini ebediyen toprağa teslim ediyor.

Hz. Peygamber küçükken daha babasını görememenin üzüntüsü yaşarken şimdide annesinin ölümüne çok üzülüyordu. Yetim kalmıştı Hz. Resulullah. Bundan sonra acılar başlayacaktı Hz. Peygamber için. Çünkü baba yok anne yok kimsesizdi Allah’ın nebisi.

Dedesi Abdulmuttalip Hz. Resulü yanına aldı ve evine götürdü. Abdulmuttalip Kureyş kabilesinin en büyüğüydü. Abdulmuttalib’in görkem ve heybeti karsısında kimse cesaret edemiyordu. Abdulmuttalip bir yere gittiği zaman ortalık toz duman olurdu, öyle cesurdu. Abdulmuttalip babalık yapacaktı Hz. Resule annelik yapacaktı. Çok severdi Abdullah’ın oğlu Muhammed’i. Gün geldi dedesi de hastalandı Hz. Resul öleceğini anlamıştı. Abdulmuttalip çocukları Ebu Leheb, Ebu Talip ve Zubeyri şöyle der: benden sonra Muhammed’e Ebu Talib (Hz. Ali’nin babası) bakacak, çünkü içinizde en merhametlisi o.

Ebu Talip bu görevi kabul ettiği için Abdulmuttalip çok sevinmiştir çünkü gönlünden geçen kişi de Ebu Talib’in ta kendisidir.

Şimdi şöyle bir bakalım. Daha dünyaya gelmeden baba ölecek. Daha bir aylık iken annesinin yanından ayrılıp sütannesi Halime’nin yanına gidecek. Orada 5sene kaldıktan sonra dönecek ve annesinin yanına geri geldiğinde bir sene sonra annesi vefat edecek. Anne yok, baba yok; evine gelecek ki oturup yemek yiyeceği dahi kimsesi yok bir çocuk için ne kadar zor bir durum. Kime sığınacak kime nazlanacak. Hem öksüz hem yetim kalacak. Kur’an diyor ki “Allah seni yetim bırakıp barındırmadı mı?” Bir çocuğun nazı baba çeker ama en çok nazını ana çeker. Anneye ağlayamazsa annenin eteğini çekiştiremezse, anneye sarılamazsa benim terimi sil diyemezse bir çocuk annesizdir işte. Hz. Peygamber bunu çok acı bir şekilde yaşamıştır.

Abdulmuttalip vefat ettikten sonra Hz. Peygamber yine evsiz kalacaktı. Yeniden bir ev Ebu Talib’in evine gidecekti. Dedesi öldüğünde Hz. Resul 8 yaşında idi. 8 yasına kadar önce baba sonra anne sütanne dede ve şimdi amcanın elinde. Ebu talibin evine gelir kapı da Hz. Ali’nin annesi Hz. Fatıma bin Esed vardır. Boynu bükük üzüntülü utangaçtır. Çünkü anne yok baba yok, Resulullah’ın burnu kanasa Mekke’yi ayağa kaldıracak dede Abdulmuttalip yok. Muhammed ortadan kaybolsa Muhammed’im nerde derdi. Bir gün Hz. Peygamber ortadan kaybolduğunda Abdulmuttalip; “Ey Mekke’liler” diye bağırınca Mekke halkı ayağa kalkarak Abdulmuttalip çağırıyor diye yanına koşar kapıdan atlayan tarladan kosan işini bırakıp gelen Abdulmuttalip çağırıyorsa koşmak lazım diyip koşarlardı. Gelip; Abdulmuttalip hayırdır neden bizi çağırıyorsun dediklerinde de Abdulmuttalip; “Torunum yok Muhammed’im kayboldu.” Bütün Mekkeliler develerine, atlarına, katırlarına atlayıp Muhammed’i arayacaklar ve Resulullah’ı bir ağacın altında dinlenirken bulacaklar. Getirip Abdulmuttalib’e ; “Bulduk bulduk torununu bulduk üzülme Abdulmuttalip üzülme” dediklerinde o yüce gönüllü zat torununa sarılıp ağlayacak ve torunu bulunduğu için herkese minnettar kalacaktı. Torunu Muhammed’e böyle sevdalıydı Abdulmuttalip. Vefat edip gözlerini kapamadan Ebu Talib’in elini tutup “Muhammed’im sana emanet. O büyük bir adam olacak onun yanında ol Ebu Talip sonuna kadar onu terk etme.” Onun için Ebu talip Resulullah’ı ölünceye kadar terk etmeyecek.

Şimdi Fatıma Bin Esed’in evinde Muhammed Fatima bin Esed Hz. Ali’nin annesi elini açacak kucaklayacak “Muhammed’i gül yüzlüm şeker suratlı, evime Hoş geldin bereketinle geldin” diyecek. Hz. peygamber gülümseyecek. Başka kime gülümsesin; anne, baba yok, dede yok Fatıma var. Hz. Fatıma kucaklayacak Resulullah’ı ve Resulullah ağlamaya başlayacak. Diyecek ki; “Ben senin ananım, bundan sonra ben senin babanım, bundan sonra bu ev senin evin Muhammed’im. Üzülmeyeceksin. Belki ben Âmine olamam ama ben Amine’nin seni ne kadar sevdiğini iyi biliyorum. Annenin sana ne kadar düşkün olduğunu iyi biliyorum. Üzülme yavrum bu ev Amine’nin evi gibi olacak. Bu evde hiç üzülmeyeceksin. Fatıma’nın dediği gibi de Hz. Peygamber o evde hiç üzülmedi. Bir yabancı kadın bir anne gibi olabilir mi demek ki olabiliyormuş. Belki o anne olabilmek için Hz. Ali’nin annesi olabilmek gerekiyor bilmiyorum ama bir yetimin gözyaşlarını dindirilebiliyormuş meğer.

Hz. Peygamberin geldiği Ebu Talib’in evi çok kalabalık bir evdi. Geçimi dar bir aile oldukları için Hz. Peygambere de bir görev verildi. Koyunları gütme görevi. Elinde bir baston koyunları sabah götürür akşam getirirdi. Cihad bölgesi denen yerde koyunları güderdi Hz. Peygamber. Daha 8 yaşında Muhammed bereketi yayılıyordu Mekke’ye denir ki Abdulmuttalip zamanında Mekke’ye yağmur yağmıyordu. Mekke halkı yağmur duasına gidiyordu. Abdulmuttalip yağmur duasına Resulullah’ı götürürdü. Demiş ki yarabbi; “Muhammed hürmetine yağmur yağmur” Allah Muhammed hürmetine yağmur yağdırırmış. Ulfute diyor ki “Ebu talip zamanındada yağmur duasına giderdik. Ebu Talip ellerini Kâbe’nin karşısında açıp Allaha yalvarıyordu. Ebu Talib’in yanında bir çocuk gördüm. (Resulullah’ı kastediyor.) Gözü ve yüzü güneş kadar güzel Ebu Talip dua ederken baktım çocuk şöyle yapıyor. Elini kaldırıyor işaret parmağını ve dudakları oynuyordu. Ebu Talib’den çok gözüm o çocuğa takıldı diyor Ulfute. Daha tanımıyor Resulullah’ı. Ebu talip daha elini indirmeden yağmur yağıyordu Muhammed’in işaret parmağına. Sırılsıklam oldu ve sonra ellerini indirdi. Mekkeliler diyorlardı ki yağmur isteniyorsa Muhammed ile çıkalım yağmur duasına. Muhammed ile çıkılıyordu yağmurla dönülüyordu.

Yıllar geçecek yıllar birbirini takip edecek. Günler Medine günleri. Zaman Medine zamanıydı. Ama kuraklık içindeydi Medine ve Medine’ye Muhammed rahmeti inmeye başladı.

Aradan tam bir hafta geçti. Medine’de yağmur dinmiyordu. Kesilmiyordu Medine de yağmur. Hz. Peygamber duygulu bir şekilde şunu düşündü. Keşke Ebu Talip yaşasaydı. Yağmurun yağdığını görseydi. Mekke günleri aklına gelirdi.

Hz. Ali’nin annesi Fatıma Bin Esed Hz. Muhammed’i anlatırken; o çok az konuşurdu. Sevinirken Resulullah’ın sevinci şöyle anlaşılırmış; Sevinirmiş gözlerini kapatırmış Hz. Peygamber. Az konuşurmuş ama konuşurken jest ve mimikleriyle konuşurmuş Allah’ın elçisi. Az kelimeyle çok şey anlatıyordu sahabelerine.

İş yapacak sermayesi yoktu Peygamberin. Hz. Hatice’yle iş yapacak, Hz. Hatice Resulullah’ı işlerinin başına bir nevi memur koyacaktı. Hz. Peygamber çok para kazandıracaktı Hz. Hatice’ye. Hatice’nin ismi Mekke de Tahire yani temiz kalpli kadın olarak bilinirdi. Mekkeli birçok kişi Hatice’yle evlenmek isteyecek ama Hz. Hatice hepsini ret edecekti. Dul ve 3 çocuğu vardır Hatice’nin. Hz. Peygambere kendi evlenme teklifi gönderecek Muhammed beni alsın diye. Ve Hz. Peygamber ticaret için gittiği Şam’dan dönerken Hz. Hatice ile evleniyor. Günler, haftalar, aylar, yıllar geçiyor. Hz. Resul her gün Mekke tepesinde bulunan Hira mağarasına gidip orda tevekküle yatıyor. Yani cenabı hak ile konuşuyordu. Yine bir gün peygamber Hira mağarasına gittiğinde Cebrail gelip Muhammed’e; “Oku” dedi. Hz. Resul; “Ne okuyayım” diye cevap verdi. Cebrail tekrar “Ey Allah’ın Resulü oku” dedi. Ve Hz. Resul Allah’ın kendi içinde nurlandırdığı Kur’an-ı Kerim’in ilk ayeti olan Ahlak suresini okumaya başladı. “YARATAN RABBİNİN ADI İLE OKU. O, İNSANI KAN PIHTISINDAN YARATTI. OKU, RABBİN EN BÜYÜK KEREM SAHİBİDİR. O Kİ YAZMAYI ÖGRETTİ. İNSANA BİLMEDİĞİNİ ÖGRETTİ.”

Hz. Resul Allah’la, meleklerle, Cebrail’le iletişim kurduğundan dolayı çok heyecanlanmıştı. Koşarak evine gidip yatağa uzanıp Hz. Hatice’den üstüne bir battaniye atmasını istedi. Hz. Hatice ey Muhammed bu telaşın nedir neden böyle korku içindesin diye sorduğunda Hz. Peygamber olanları Hatice’ye anlattı. Aslında Hz. Peygamber’in geleceğini Hz. İsa yüzyıllar önce bildirmişti. İncil’de son peygamberin geleceğini ve onun bütün peygamberlerden üstün olacağını ve ismini Ahmed-i Muhammed olacağını bildirmişti. Böylece Hz. Peygambere ilk vahiy 610 yılında Hira mağarasında nazil olmuştu.

Allah’ın salat ve selamı peygamberlerine olsun.

ALEVİ İSLAM İNANÇ HİZMETLERİ BAŞKANLIĞI   

Ayrıntılı Bilgi İçin; Alevi İslam Din Hizmetleri Sayfasını Takip Ediniz  http://www.aleviislamdinhizmetleri.com