10 Ekim 680….
Günlerden Cuma, ikindi vakti…
Muharrem’in onuncu günü….
İmam Hüseyin’in kaybedeceği kimsesi kalmamıştı. Bir yaşındaki Ali Asker’i, on sekiz yaşındaki delikanlısı Ali Ekber’in kanlar içindeki cesetlerini kucağına alıp “innalillahiinnaileyhiraciun” ( Allah’tan geldik, yine Allah’a döneceğiz) diyerek Hakk yoluna yolcu ettiği çocuklarıda yoktu artık. Sadece kadınlar kalmıştı, kardeşi Abbas geldi aklına: çocukların su, su diye feryatlarına dayanamamış, atını Fırat’a sürmüş, su içmek istemiş, çocuklar aklına gelince vazgeçip önce tulumlarını doldurmuş ve atını sürmüştü ki yezit’in askerlerine yakalanır, bir kılıç vururlar bir kolunu, başka biri de diğer kolunu koparır, matarasını ağzına alır, ok atarlar onu da parçalarlar. Yere düşerken bağırır: “ya âhi! edrikehâk” (Ey kardeşim! kardeşini bul) İmam Hüseyin avazı duyunca: “elenainkeserzahri”(Türkçesi: Şimdi belim kırıldı) İmam Hüseyin’in ahıyla Kerbela toprağı sarsılır. Oğlu Ali Ekber gözlerinin önüne geldi! Onun güneş misali yüzünü, dedesi Hz. Muhammed’e çok benziyordu. Onun şahadetini ve susuzluktan parçalanmış dudaklarını, atından kanlar içinde düşerken“edrikniyâ baba” (Yetiş ya baba) sesini ve feryadını duyunca onun imdadına yetişip “Ey gönlümü bağladığım oğul, senide mi kaybediyorum” diye feryat ettiğini hatırladı. Ali Ekber; “Baba, üzülme! susuzluğum gitti. Karşımda dedem Muhammed Mustafa, elinde iki bade, birini sana, birini de bana uzatıyor. Al baba al, al” dediğini anımsadı.
İmam Hüseyin’in isyanı büyüktür. Acısı yüreğini parçalamaktadır, dayanılmaz acılar, ızdıraplar içindedir.
“İç dedenin elindeki suyu oğul iç” artık dayanası kalmamıştı.
1 2
Kudret kandilinde kalem Çekip ordusun gelince
Yazmış su deyu, su deyu Şahım cemalin görünce
Şah Hüseyin kerbelâda Hür şehit meydana önce
Gezmiş su deyu, su deyu. Girmiş su deyu, su deyu.
3 4
Şehit düşmüş Ali Ekber Fatma Kasım hallerini
Hüsnü cemali peygamber Koklamadan güllerini
Al yanakta gonca güller Abbas iki kollarını
Solmuş su deyu, su deyu. Vermiş su deyu, su deyu
5 6
Ali Asker masum çağında Ferman böylemiydi Hak’tan
Kerbelanın sıcağında Yezid korkmadı Allah’tan
Babasının kucağında Şah Hüseyin’im zükenahtan
Ölmüş su deyu, su deyu. Düşmüş su deyu, su deyu.
7 8
Muhammed’in torununu Oklar attılar canlara
Fatıma’nın göz nuru Cesetleri çiğnettiler atlara
Yezid Hüseyin mazlumu Başlarını mızraklara
Kesmiş su deyu, su deyu. Takmış su deyu, su deyu
9 10
Lanet olsun emeviye Ümmü Gülsüm, Zeynep ana
Aslı bozuk muaviye Çağrışırlar yana yana
İmam Zeynel’i deveye Sakine’yi kucağına
Sarmış su deyu, su deyu. Almış su deyu, su deyu.
İsmail’im Nacileri
Mümin çeker acıları
Yezit bizim bacıları
Soymuş su deyu, su deyu.
(İsmail)
İmam Hüseyin Zülcenah isimli atına bindi, yıldırım gibi ölüm meydanına sürdü. Hz. İmam Hüseyin, Yezit ordusunun önünde durdu:
“Geldim işte…Bir ben kaldım, ben ve sizler. Cesareti olan varsa yer değiştirelim. Gelsin buraya ve benim bulunduğum yerden, tek başına sizlere baksın. Korkudan durabilirse atın üzerinde, kendi başımı kendim keserim. Ama bende korkunun zerresi yok.”
Çünkü bilirim ki; zalimin zulmünü, inanmışlığın direnci er geç yener. Bugün yenmezse yarın yener. Çünkü: “Yaşamak, inanmak ve uğrunda mücadele etmektir.”
Bu dünya ne yezitler görmüştür. Ne zalimler görmüştür. Ama sonu hüsran olmuştur. İnsana zulmedenin, insanları ayıranların, hakkı, hukuku gözetmeyenlerin sonu olmamıştır. Pınarlar kurur ama dağın suyu bitmez. İşte bunu anlamadınız.
Sizler sanıyorsunuz ki, bu başım kesilince her şey unutulacak, her şey bitecek, hayır bitmeyecek. Şu kumlar üzerine akan kanlar, esen çöl fırtınalarıyla savrulacaktır dünyanın dört bir yanına. Savruldukça da Ehlibeyt yeniden doğacak. Bizler yeniden doğacağız.
Ama sizler: Ölen sizler olacaksınız. Akıtılan bu kanlarda sizin sonunuz olacak. Haydi, bakalım işte önünüzdeyim öldürün beni…”
Günlerdir çöldeki susuzluk ve acılar sarsmıştı şehitler şahını. O bin kez, milyon kez yakınlarının şahadetinde, evlatlarının şahadetinde ölüm şahadetini tatmıştı.
Yarabbi! kendine Müslüman’ım sözde diyenlerin, kâinatın efendisi ve âlemlere rahmet olan Muhammed Mustafa’nın öz torunlarının çektiklerine, yaşadıklarına bir bakın hele.
Güneş bile isyan etmişti bu zulme, bu haksızlığa….
İmam Hüseyin’in elinde dedesinin kılıcı, başında babasının sarığı, altındaki atı dedesinin hediye ettiği Zülcenah adlı soylu bir at vardı.
İmam Hüseyin’in karşısına kimse çıkmıyordu.
Maneviyatları sarsılmıştı melunların. Çadırlara saldırmışlardı. “Medet ya Hüseyin…” feryatlarına geri döndü.Kadınların feryadıydı. Çadırlara saldıranları püskürttü. Bacısı Zeynep aslan kesilmişti. Hasta Zeynel Abidin’e ve diğer kadınlara kalkan oluyordu. Çünkü eli silah tutanların hepsinin kanlı cesetleri meydanlardaydı.
Zeynep İmam Hüseyin’i yanında görünce, sarıldı kardeşine. Kardeşi yara almıştı ve yaralarından kanlar akıyordu.
O yürekli asil Zeynep ana katılarak ağlıyordu…..
Gitme kardeş gitme bizi koyup ta
Bende seninle geleyim kardeş.
Bir değil, bin değil yaram sarılmaz
Dertlerine dermen olayım kardeş.
Öyle mahçup durup yüzüme bakma
Yaralı yüreğim birde sen yakma
Zeynel Abidin-i yetim bırakma
Ben senin yerine öleyim kardeş.
Kanlı Kerbelanın ıssız çölünden
Kan deryası oldu gözüm selinden
Alırlarsa eğer seni elimden
Ben seni nerede bulayım kardeş.
Yadigârı idin bize dedemin
Buna şahidimdir gök ile zemin
Gözyaşımdan başka yoktur merhemim
Getir yaraların sarayım kardeş.
Görmesin halini dedemle anam
Babam gelip görse halimizi yaman.
Kan ağlar yüreğim yanıyor sinem
Ömrüm boyu kan ağlarım kardeş.
Yanarım, yanarım tütünüm tütmez
Kanlı yezitlere gücümüz yetmez
Ben ölsem de benim için fark etmez.
Senin yerine ben öleyim kardeş.
Anam yok ki yaraların sardıram
Babam yok ki halini sorduram
Kardeş yok ki çekip seni kurtaram
Kırıldı kanadım, kolum, bileğim kardeş.
Ne kadar anlatsam derdim bitmez
Virane bahçede bülbül ötmez
Zalim yezitlere gücümüz yetmez
Vurup Zülfikar’ı böleyim kardeş.
(Ali Safa)
İmam Hüseyin dalar yezit ordusunun içine, artık kaybedecek bir şeyi kalmamıştı. Bir ok atarlar, dedesinin öpüp kokladığı ağzına gelir. Bir kılıç sallarlar sol eline, diğeri sağ omzuna, bir diğeri melun arkadan oku sokar, önden çıkarır. Kanlar fışkırır, İmam Hüseyin attan düşer.
Düştü Hüseyin atından sahrayı Kerbela’ya,
Cibril git haber ver sultanı embiyaya”.
Çadırlara bakmak istiyordu…Gücü kalmamıştı. Başını kaldıramadı, o boyun eğmeyen mübarek baş düşmüştü toprağa, toprakta isyan etmişti, çölde isyan etmiştibu zulme.
Kerbela’da kan vardı, zulüm vardı, ağıt vardı. Bu soylu insanların şahadeti vardı. Birde güneşin isyanı vardı. Çünkü güneş batmıştı o gün Kerbela’da.
Hz. Resulullah’ın öpüp kokladığı, “HÜSEYİN’İ İNCİTEN, BENİ İNCİTİR” dediği İmam Hüseyin’in başsız vücudu kanlar içinde yatıyordu. Acısı bitmişti ama zulme, batıla isyanı bitmemişti.
Kudret-al ayn-ı habibi Şah-ı servere
Kavm-ı süfyankasdedip cem oldular bir yere
Nasıl layık gördünüz o cism-i pakı hançere
Yâ hürmet etmek böylemidir, Hz. peygambere
Hem ciğer pareyi Zehra nür-i çeşm-i Hayder’e
Vacip iken Hz. imam’a biat ey lâin
Kasd eyleyip ahir ettiniz fesad-ı din
Fitne-i engiz şekavet oldunuz hep kavmeyin
Yâ hürmet etmek böylemidir Hz. peygambere
Hem ciğer pare-i Zehra nür-i çeşm-i Hayder’e
Hangi dinde görülmüştür katl-i evladı resul
Hangi adalette yazılmıştır bu şen-i usül
Hakk’a biat etmeyip küfrü kıldınız kabul
Yâ hürmet etmek böylemidir, Hz. peygambere
Hem ciğer pare-i Zehra nür-i çeşm-i Hayder’e
Hanedan-ı Ehlibeyt’işam’a alıp gittiniz
Ruh-u Nebi’yi pür giryan ettiniz
Yetmiş iki milletin etmediğini siz ettiniz
Yâ hürmet etmek böylemidir, Hz. peygamber’e
Hem ciğer pare-i Zehra nür-i çeşm-i Hayder’e
Hanedan-ı Ehlibeyt’i kıldınız beyt-ül hüzün
Arsâ-i mahşerde bedeli var bu cürmünüzün
Ben müslümanım diyen cevabın versin sözün
Yâ hürmet etmek böylemidir, Hz. peygamber’e
Hem ciğer pare-i Zehrânür-i çeşm-i Hayder’e
Saldınız zulmü fesâdıkerbelâ meydanına
Kurdunuz santrancı şah-ı şehidanın canına
Şimr-i melun hançeri vurdu Hüseyin’in gerdanına
Yâ hürmet etmek böylemidir, Hz. peygamber’e
Hem ciğer pare-i Zehra nür-i çeşm-i Hayder’e
Ey dinsiz kavim bina-i din’i viran ettiniz
Kerbela sahrasını zulm ile alkan ettiniz
Nice sabretsin zekâ-i ehl-i aşkı giryan ettiniz
Yâ hürmet etmek böylemidir, Hz. peygamber’e
Hem ciğer pare-i Zehra nür-i çeşm-i Hayder’e
(Zeka-i)
Zülcenah kanlar içinde çadırlara gelmişti…Kadınlar feryadı arşa yükseliyordu…O soylu at Zülcenah’ın yanına koştular. Zeynep ve Ümmü Gülsüm saçlarını yolarak haykırıyorlardı.
Fırtına misali kişner coşarsın
Nettin Hüseyin’imi, nerde Zülcenah
Al kanlar içinde ağlar koşarsın
Nettin Hüseyin’imi, nerde Zülcenah.
Kerbela çölünde karalımısın
Mekke’den mi geldin buralımısın
İmam Hüseyin den yaralımısın
Nettin Hüseyin’imi, nerde Zülcenah.
Haymagâhta Zeynep yolunu bekler
Ahu zara düştü çarkı felekler
Arş-ı ala matemde kan ağlar gökler
Nettin Hüseyin’imi, nerde Zülcenah.
Hüseyin’dir tutunacak dalımız
Şah Hüda’ya ayan olsun halımız
Sakine görmesin seni yalnız
Nettin Hüseyin’imi, nerde Zülcenah
Bu durum Zeynel’in sinesini dağlar
Şehribanu yasta karalar bağlar
Kerbela matemde Fırat kan ağlar
Nettin Hüseyin’imi, nerde Zülcenah.
Sende kalmış idi bütün umudum
Gözyaşlarım yuttum hep yudum, yudum
Şah İmam Hüseyin’imi nerede koydun
Nettin Hüseyin’imi nerde Zülcenah.
Oklar girmiş her tarafın yaradır
Sinem kan ağlıyor pare paredir
Yolunuzu gözleriz uzun süredir
Nettin Hüseyin’imi, nerde Zülcenah.
Hüseyin’imi alıp beraber gittin
Kerbelâ çölünü toz duman ettin
Ağlayıağlayı tükenip bittim
Nettin Hüseyin’imi, nerde Zülcenah.
Kan gölüne döndü Kerbela çölü
Aktıda çağladı gözyaşım seli
Muhammed, Ali’nin bağrının gülü
Nettin Hüseyin’imi, nerde Zülcenah.
Başını vurursun taştan taşlara
Kan karışmış gözündeki yaşlara
Ümit bağlamıştık uçan kuşlara
Nettin Hüseyin’imi, nerde Zülcenah
Kan seline döndü gözümde yaşlar
Yetmiş üç masumdan kesildi başlar
Yolunu gözlüyor bacı kardaşlar
Nettin Hüseyin’imi nerde Zülcenah.
Kerbela çölünde döndük şaşkına
Baykuşlar kondurduk gönül köşküne
Ne olur bir haber ver Allah aşkına
Nettin Hüseyin’imi nerde Zülcenah.
Yâ Hüseyin san kurban olayım
Sen şehit olmadan ben yerine öleyim
Ali, Fatıma’ya haber salayım
Nettin Hüseyin’imi, nerde Zülcenah.
Ali sefam der ki gözlerim nemde
Sanki hançer saplı bu sinemde
Yetmiş üç masumun umudu sende
Nettin Hüseyin’imi, nerde Zülcenah.
(Ali Sefa)
İş işten geçmişti.. İri iri gözlerini açan bu asil hayvan, büyük facianın, Kerbela katliamının sona erdiğini bildiriyordu….!.
Âlemlere rahmet olan Muhammed Mustafa’nın, “Kurret-ülayn-ım” dediği, sırtına bindirip gezdirdiği “Hüseyin bendedir, bende Hüseyin’denim, o’nu inciten beni incitir” dediği, koklayıp öptüğü Hüseyin yoktu artık.
İmam Hüseyin’in kız kardeşi Zeynep, kardeşinin vasiyetini hatırladı. Zeynel Abidin’in yanına koştu. Onu saklayacak ve canı pahasına koruyacaktı..
Sonrada Şehrubanu’yu elinden tutar, Zülcenaha bindirir: -Sen kaç, Zülcenah seni varacağın yere götürür ve de esir olmayacaksın” der.
Diğer kadınları yanına topladı, canları pahasına İmam Hüseyin’in oğlu Zeynel Abidin’i koruyacaklardı.
Ertesi gün.
Bütün şehitlerin kanlı başları birer mızrağa takılarak, perişan haldeki kadınlar çıplak bir halde develere bindirilerek, yerdeki cesetleri de atlara çiğnettirerek Kufe’ye hareket ettiler.. Zeynep ve diğer kadınlar, cesetlerin önünden geçerken, Kerbela Şahının mübarek bedenini kana ve toprağa bulaşmış bir şekilde görünce feryadına mani olamadılar. Zeynep;
Kerbala çölüne meken kurulmaz
Kalk kardaş kalk sılamıza gidelim
Senin yaraların burda sarılmaz
Kalk kardaş kalk sılamıza gidelim.
Bu yıl boynu eğri bitti çiçekler
Zulüm ile dolu yer ile gökler
Yetim yavruların yolunu bekler
Kalk kardaş kalk sılamıza gidelim.
(Ali Sefa)
Huli bin Yezit’ki, Hz. İmam Hüseyin’in mübarek başını Şam’a götürmeye görevlendirilmişti. Evine götürdü, karısı Ehlibeyt dostu idi, karşıda bir aydınlık gördü.
Nedir bu ışık deyip bakınca; odanın bir köşesinde nurdan bir taht meydana geldiğini gördü. O tahttan dört kadın yere inip birisi, O ışık beliren köşeden bir insan başı çıkardı ve yüzünü yüzüne sürerek haykırmaya, feryada başladılar.
Kadınlardan biri öyle figan ediyordu ki yer gök mateme boğulmuştu. Bu Fatıma anaydı.
Hasan Hüseyin’in kanlı gömleğin
Dürmüşte ağlıyor Fatıma ana
Gözlerinden akan kanlı yaşlara
Sürmüşte ağlıyor Fatıma ana
Kanlı yezit ona vermedi aman
Bağrını yolarak gezdi bir zaman
Kerbela üstünde kanlı bir duman
Görmüşte ağlıyor Fatıma ana
İçi kan ağlıyor yüzüne bakan
Saç telleri olmuş hep diken, diken
Kerbela’nın yolu üstüne mekân
Kurmuşta ağlıyor Fatıma ana
Bağrı kan ağlıyor yüreği püryan
Önünde diz çökmüş çark ile devran
Kerbela’da yavrularını kurban
Vermişte ağlıyor Fatıma ana
Hz. Allah’tan tutmuş özünü
Kanlı yaşlar sarmış iki gözünü
Kerbela’dan yana dönmüş yüzünü
Durmuş ta ağlıyor Fatıma ana.
Figanı artıyor hep günden güne
Ne gülmek var, ne gündüz, ne gece
Muharrem ayında kanlı mateme
Girmişte ağlıyor Fatıma ana.
Kan karışmış gözündeki yaşlara
Haber salmış gökte uçan kuşlara
Talihsiz başını taştan taşlara
Vurmuşta ağlıyor Fatıma ana.
(Ali Sefa)
Bir zaman böyle feryatlar edip gittikten sonra, zavallı kadıncağız o köşeye gitti. Gördü ki, O baş Kerbela mazlumu imam Hüseyin’in başıdır.
Kulağına şöyle bir nida gelir,
—Ey kadın! O bedbahtın günahı senden sorulmaz. Bilmiş ol ki O gelenler biri Meryem, biri Asiye, biri Hatice-i Kübra ve diğeri Fatıma-i Zehra idi.”
Ehlibeyt dostu kadın O mübarek başı alır temizler saçlarını tarar ve gözyaşı döker.
Kaaludanbeluadan bu yana gelen
Kullar ya Hüseyin deyip ağlaşır
Mazlumun masumun halinden bilen
Eller ya Hüseyin deyip ağlaşır.
Hz. İmam Zeynel Abidin, İsmail Ebülhunuktan rivayet eder:
Şehitlerin başlarını her gece elli muharip muhafaza ederdi. Ben Ebulhunuk bir gece kendileriyle arkadaşlık ettim. Onlar uykuya vardılar, ben uyumadım. Gördüm ki sırtına beyaz giymiş birisi, ağlaya, ağlaya için Hz. İmam Hüseyin’in başı bulunan sandığa yaklaştı. Onun başını çıkardı, mübarek yüzünü-yüzüne sürdü ve feryada başladı. Ben onun halktan biri sanarak başı elinden almaya çalıştım.
Hakk’tan kulağıma ses geldi; Ey bedbaht kimse! Bu gördüğün kişi Âdem’i Safiyullahtır. Mustafa ciğer köşesinin matemini tutuyor.
Ben hayret deryasına dalmış iken önümden itibarlı birisi peyda oldu. Dediler ki;
Bu da Nuh Aleyhisselamdır. Ve daha sonra diğer peygamberler feryatlarla gelip Hz. İmam Hüseyin’in başını ziyaret ettiler.
Hepsi çekildikten sonra saçları başları dağılmış bir şekilde, gözlerinden yaşlar akıtarak Hz. Resullah ve Hz. Haydar-ı Kerrar ve diğerleri geldiler. Birbirlerine başsağlığı diliyorlardı.
O sırada gökten bir melek indi ve kıvılcımlar saçarak sandığı bekleyenlere hücum etti. Ben bağırdım;
Ya Resulullah medet. Medet eyle. Ben hâşâ ki peygamber hanedanı düşmanı değilim. Meleği men etti ama bana öyle bir tokat vurdu ki, bir yüzüm hep kara gezdim.
Kerbela’da dört bir yandan basılan
Susuzluktan kavrulup kasılan
Yetmiş üç masumdan tek, tek kesilen
Başlar Hak Muhammed Ali çağırır.
Fatıma’dır Ehlibeyt’in anası
Yandı Kerbelada bağrı sinesi
Yerlerin göklerin temel binası
Beşler Hak Muhammed Ali çağırır.
Hz. İmam Hüseyin’in mübarek başı Şam’a götürülürken Ehlibeyt taraftarlarının asker toplayıp, baskın yapıp mübarek başı alacağı öğrenilir.
Çöl içinde rastladıkları bir manastıra sığınırlar. Papaz sorar;
—Ey kavim siz kimlersiniz, bu başlar kimlerin başıdır? Cevap;
—Yezit askeriyiz. Bu başlarda asilerin başıdır. Yezide başkaldırdılar.
—Bu kadar yerimiz yok. Başları içeri koyun, dışarıda da güvenliği sağlayın.”
Papaz, gece yarısı sandıkların olduğu yerde kadınların dolaştığını gördü, şaşkınlık içinde düşünürken nida gelir;
—Ey edepten mahrum kişi, gelen gelenlerden biri SÂRÂ’dır. Öteki HACER’dir, öbürü HATİCE-İ KÜBRA’dır ve en sondaki FATIMA-İ ZEHRA’DIR.
Birbirlerine taziyelerini bildiriyorlardı. Rahip mübarek başın yanına gitti ve:
— Ey âlemin Serdar’ı! Senin hangi taifeden olduğunu anladım. Sen peygamberimizin kudümünden haber verip sana uymamızı lüzumlu gösteren taifedensin.”
—Ey rahip! Ben mazlumum, ben kederliyim. Ben garibim, ben Muhammed Mustafa’nın torunu, Ali’yyel Murtaza’nın oğluyum.”
Rahip bu mucizeyi görünce, bu mübarek başı vermemek için yedi oğlunu da bu uğurda kurban eyledi...
Kan karıştı gözümdeki yaşlara
Haber saldım gökte uçan kuşlara
Fırat yüzün sürer taştan, taşlara
Seller ya Hüseyin deyip ağlaşır.
Yüz yirmi dört bin peygamberin başı
Hüseyin uğruna aktı gözyaşı
Yetmiş üç masumun kesilmiş başı
Çöller ya Hüseyin deyip ağlaşır.
Kerbela dediğin o kanlı çöller
Çevrildi dört yandan yollar
Sam vurdu yaprağa kurudu göller
Dallar ya Hüseyin deyip ağlaşır.
Arşi mu Allah’ta kandilde nurlar
Kerbela çölünde çözüldü sırlar
Bunca gelip geçen nebiler, pirler
Pirler ya Hüseyin deyip ağlaşır.
Kılman feriştahlar hürü melekler
Onsekiz bin âlem çarkı felekler
Yedi kat semalar yedi kat gökler
Yerler ya Hüseyin deyip ağlaşır.
Aşk gözüyle maşuğuna bakılan
Âşık olup Ummanlara dökülen
Ya dost deyip cermahlara çekilen
Serler ya Hüseyin deyip ağlaşır.
(Ali Safa)
Zeynep ve diğer kadınlar, Kufe valisi İbniZiyad’ın karşısındaydılar.
Zeynep matemini bozmaz, asil bir şekilde karşısında durur. Kufe valisi:
“Ey Ali’nin kızı! Gördün mü Hakk bizden yanaymış, böyle olmasaydı biz Muzaffer olmazdık” Zeynep:
-Sizler kaybettiniz, evet kaybettiniz. Çünkü kardeşim Hüseyin, binlerce kişiye bile boyun eğmedi. Eğer zalimliğinizden korkup gelseydi ayaklarıyla buraya, gelip eğilseydi önünde, o değil sen kazanmış olurdun. Hani nerde bu başın ayakları?
Dedim ya, o kendisi yerine, kesik başını yolladı sana, Önünde duran Hüseyin’in başı, ama kendisi nerede. Gövdesi ve inançları nerede, yüreği nerede… Âlemlere rahmet dedesi, babası, anası nerede?
Kerbela’da bre Yezit uşağı… Kerbela’da…
Zorbalık dağa benzer. Zulmetmek yalçın bir dağ gibidir. Sizler ne kadar zorba olursanız, o dağın doruğuna çok yaklaşırsınız. Ama unutmayın ki; doruğa ulaştıkça uçurumların derinlikleri artar. Bir ayağın kayışı parçalanmaya yok olmaya yeter.
İşte şu önünde duran Hüseyin’in başı, dağın doruğunda ki zalimlerin sonu olacaktır.
Kardeşim Hüseyin’in başından işte şimdi korkun. Çünkü bu kesik baş sizin sonunuzu getirecektir.” (Bekir Yıldız, Kerbelâ )
Sokaklarda çıplak develer üzerinde Ehl-i Beyt kadınları dolaştırılıyordu. Bu kadınlar, yüce peygamberimizin de ev halkıydı yani, Peygamberin namusuydular….
Yetti artık, kalem de ağlamaya başladı……..