Hüsniye, İmam Cafer’den 10 yıl ders almış birçok ilmi konuya sahip bilge bir Hatundur. Harun Reşid’in zamanında zamanın Sunni ulemaları ile sarayda Münazara yaparlar, Ehlibeyt’in haklılığını onlara akli ve nakli delillerle ispat eder. TAM HÜSNİYE RİSALESİ adlı kitabımızdan bazı bölümleri sizlerle paylaşmak istedik. Umulur ki ilim talep edenlere bir nebze katkımız olur.
İbrâhîm b. Hâlid o devrin büyük ehli sünnet alimlerinden biri. Hüsniye’ye birçok sorular sordu ve Hüsniye her soruya tek tek açık ve delilleriyle cevap verdi. Ve tartışma devam ediyor….
ÇOCUĞUN İMANI MESELESİ
İbrâhîm Hüsniye’nin cevapları karşısında kızarak şöyle sordu;
- Allah Rasûlü’nden sonra halîfe, vekil ve kâim-i makâm/yerine geçen kimdir?
Hüsniye cevap verdi:
- İslâm’da önceliği olan/ilk iman eden.
İbrâhîm:
- İslam’da önceliği olan kimdi? diye sordu.
Hüsniye şöyle dedi:
- Onun damadı, amcasının oğlu ve kardeşliği[1] olan kimse.
Bu söz üzerine Hârûn’un keyfi kaçtı. İbrâhîm b. Hâlid, Hârûn’un kızdığını görünce cesaretlendi ve dedi ki:
- Ey Hüsniye, Ali’nin İslam’da öncelikli olduğunu neye dayanarak söylüyorsun? Ben de diyorum ki; Ebûbekir İslam’da önceydi. Bunun sebebi şudur: Peygamber davete başladığında, Ebûbekir kırk yaşında İslâmiyet’i kabul etti. Ali ise çocukken iman etti[2]. Oysa çocuğun iman ve ibadetine, küfür ve günahına itibar edilmez.
Hüsniye dedi ki:
- Eğer çocuğun iman ve küfrüne, günah ve ibadetine itibar edileceğini, çocuğun da sevap ve cezayı hak edeceğini ispatlarsam; Emîru’l-Mü’minîn Ali b. Ebî Tâlib’in imâmet ve vesâyetini ikrar edecek misin?
İbrâhîm cevap verdi:
- Delilini söylersen ikrar edeceğim.
Bunun üzerine Hüsniye şöyle dedi:
- Hz. Hızır ve Hz. Mûsâ (aleyhimesselâm) hakkında, Kur’an’da yer alan hükme ne diyorsun? Hızır’ın öldürdüğü çocuktu ve Kur’an bununla ilgili şöyle dedi: ‘Sonra gemiden indiler ve yola düştüler. Genç bir erkek çocuğa rastladıklarında (Hızır) onu öldürdü. Mûsâ dedi ki: Hiç kimseyi öldürmemiş birini mi öldürdün? Gerçekten çirkin bir iş yaptın.’ (Kehf: 74.) Mûsâ (aleyhisselâm) çocuğu öldürdüğü için ona itiraz edince, Hızır şöyle dedi: ‘Çocuğa gelince; annesi ve babası mümin idi. Bu çocuğun, küfür ve isyankârlıkla o ikisini sıkıntıya sokmasından ve eziyet etmesinden korktuk.’ (Kehf: 80.)
Şimdi söyle bakalım; o çocuğun öldürülmesi, bunu hak ettiği için miydi, yoksa Hz. Hızır zalim miydi? Eğer Hz. Hızır’ın zalim olduğunu söylersen; Hak Teâlâ’ya Kur’an’da bir zalimi övmek yakışmaz. Hz. Hızır büyük peygamberlerdendir.
Ey İbrâhîm, neden başın öne düştü ve cevap vermeyip inadı tercih ediyorsun? Her şeyin yaratıcısı olan Allah hakkı için doğruyu söyle: Şu aktaracağım hadisi biliyor muydun? Onu hadis ehlinden işittin mi? Burada hazır bulunan bütün âlimlerden de şahitlik etmelerini istiyorum.”
İbrâhîm
- Anlat da duymuş olalım! dedi.
Hüsniye anlatmaya başladı:
- Mücâhid, Ebû Amr ile Ebû Saîd Hudrî’den rivayet ettiğine göre, o ikisi şöyle anlattılar:
Allah Rasûlü’nün yanında oturuyorduk. Selmân-ı Fârisî, Ebûzer Ğıfârî, Mikdâd b. Esved, Ammâr b. Yâsir, Huzeyfe b. Yemân, Ebu’l-Heysem b. Teyyihân, Ebu’t-Tufeyl Âmir b. Vâsile de onunla birlikteydi. Hepsi Hazret-i Rasûl’ün emrine âmâdeydiler. Canlarının sıkkın olduğu belliydi. Dediler ki: ‘Yâ Rasûlullâh, bir grup hasetçiden, kardeşin ve amcanın oğlu hakkında; bizi neredeyse üzüntüden mahvedecek bazı sözler işitiyoruz.’ Allah Rasûlü (s.a.a) ‘Kardeşim Ali b. Ebî Tâlib hakkında ne diyorlar?’ diye sorunca, şöyle dediler: ‘Diyorlar ki, arkadaşınız Ali’nin diğerlerinden önce İslam’a girmesinde[3] ne üstünlük var? O zamanlar daha çocuktu.’
Hazret-i Rasûlullah şöyle buyurdu: ‘Kalplerinizi aydınlatarak sizi bu üzüntüden kurtarayım. Hiç kuşku yok, beni yaratılmışlara gönderen Allah’ın bana haber verdiği bir olayı size anlatayım: Belki eski kitaplarda okumuşsunuzdur. İbrâhîm Peygamber annesinden doğduğunda; onu, âsî ve azgın kraldan kaçırdılar. Annesi onu, bir örtüye sarıp nehrin kenarına bıraktı. Güneş battığında, İbrâhîm Peygamber bırakıldığı yerde ayağa kalktı ve elini başına ve yüzüne sürdü, dilinden kelime-i tevhid döküldü. Üzerindeki örtüyü çıkardı, üstünü başını temizledi. Annesi o hali izleyince çok korktu. Nitekim Hak Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur: ‘Böylelikle, kesin bilgiye erenlerden olsun diye, İbrâhîm’e göklerin ve yerin melekûtunu (onların Allah’la olan bağını) gösteriyorduk...’ vd. (En’âm: 75-78.)
Yine bilirsiniz ki, Firavun, Mûsâ b. İmrân’ı arayıp durdu. Mûsâ’yı öldürme umuduyla hamile kadınların karınlarını yardılar ve bebekleri öldürdüler. Annesi Mûsâ’yı doğurduğunda, o an annesine dedi ki: ‘Ey anne, beni bir sandukaya koy ve suya bırak.’ Annesi onun bu sözünden korktu. Dedi ki: ‘Ey oğlum, suda boğulmandan korkarım.’ Mûsâ dedi ki: ‘Ey annem, korkma! Çünkü Hak Teâlâ beni koruyup selamete ulaştıracaktır.’ Bunun üzerine annesi onu sandukaya koyup suya bıraktı. Nihayet Allah Teâlâ onu selametle annesine ulaştırdı. Allah onun bu halini şöyle bildirdi: ‘Benim nezaretimde yetiştirilmen için, sana kendimden sevgi verdim. Hani (Firavun’un adamları senin için bir bakıcı aradıklarında), kız kardeşin giderek onlara şöyle demişti: ‘Onun bakımını üstlenecek birini size önereyim mi?’ Böylece gözü aydın olması ve üzülmemesi için, seni tekrar annene kavuşturmuştuk...’ vd. (Tâhâ: 39-40.)
Allah, İsâ Peygamber hakkında da şöyle buyurdu: ‘İsâ annesine, onun altından seslendi: Üzülme! Rabbin senin altından bir nehir akıtacaktır.’ (Meryem: 24.) Yani, İsâ doğar doğmaz annesiyle konuştu. O haldeyken annesi Meryem, isteyenlerin soru sormaları için çocuğuna işâret etti. ‘Onlar, ‘Beşikteki bir çocukla nasıl konuşalım?’ dediler. (O sırada) İsâ şöyle dedi: ‘Ben Allah’ın kuluyum. Allah bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı ve hayatta olduğum sürece salâtı yerine getirip zekât vermemi vasiyet etti.’ (Meryem: 29-31.)
Görüldüğü gibi, İsâ henüz yeni doğmuşken konuştu ve Allah ona, o haldeyken kitap ve peygamberlik lütfetti. O haldeyken, ona salâtı yerine getirmeyi ve zekât vermeyi emretti. İsâ konuştuğu sırada henüz üç günlüktü.
MUHAMMED İLE ALİ AYNI NURDAN YARATILMIŞLARDIR.
Hz. peygamber açıklamalarına şöyle devam etti; “Sizler şunu da bilmektesiniz ki, Allah beni ve Ali’yi bir tek nurdan yarattı[4]. Biz Âdem’in sulbündeydik, Allah’ı tesbih ediyorduk. Nihayet bizi bu tertemiz sulblerden alarak, arındırılmış rahimlere nakletti[5]. Her dönemde ve her çağda, sırtlarda ve karınlarda tesbihimiz işitiliyordu. Sonunda Abdülmuttalib’e vardık. Nurumuz, babalarımızın sırtında zâhir oldu. Sonra o nur ikiye ayrıldı. Bir yarısı Abdullah’a intikal etti, diğer yarısı ise Ebû Tâlib’e. Babam ve amcam ne zaman insanların arasında otursalar, nurlarımız onlara görünürdü. Nihâyet annelerimizin karnına geldik.
Gerçek şu ki, Hazret-i Emîru’l-Mü’minîn annesinden doğduğunda, dostum Cebrail gelerek bana dedi ki: ‘Ya Habîballâh, Allah sana selam söylüyor ve kardeşin Ali b. Ebî Tâlib’in doğumu nedeniyle seni kutluyor ve diyor ki: ‘Şimdi artık peygamberliğini açıklama ve sana gelen vahyi ilan etme vaktidir. Seni kardeşinle, vezîrinle, denginle ve halîfenle destekledik. Zikrin onunla yükselecek ve neslin onunla bâkî olacak.’
Ali dünyaya geldiğinde, annesi onu benim ellerime verdi. Ben de onu kucakladım. Ali sağ parmağını kulağına götürdü ve risâletimi ikrar etti. ‘Okuyayım mı, ya Rasûlullâh?’ dedi. Ben de ‘Oku!’ dedim.
Allah’a yemin olsun ki, Ali, Allah’ın Âdem’e gönderdiği ve Şît’in yürürlükte tuttuğu sayfaları okumaya başladı. Başından sonuna kadar okudu. Öyle ki, eğer Şît peygamber orada olaydı, Ali’nin o sayfaları kendisinden daha iyi ezberlemiş olduğunu itiraf ederdi. Sonra Dâvûd’un Zebur’unu ve İsâ’nın İncil’ini okudu. Eğer Dâvûd ve İsâ peygamberler orada bulunsalardı; onlar da Ali’nin o iki kitabı, kendilerinden daha iyi bellemiş olduğuna ikrar ederlerdi.
Sonra Allah Teâlâ’nın bana gönderdiği Kur’an’ı okudu. Onun hâfızıydı, tıpkı şu an benim ezberlediğim gibi. Sonra enbiyâ ve evsiyânın birbiriyle konuştuğu şeyler hakkında Ali benimle konuştu, ben de onunla konuştum.
Ey dostlarım, düşmanların sözlerine neden üzülüyorsunuz, şirk ehlinin laflarına neden itibar ediyorsunuz? Bilin ki, ben bütün peygamberler ve elçilerin en üstünüyüm. Benim vasîm de bütün vasîlerin en üstünüdür.”
Bunun üzerine Selmân-ı Fârisî ve diğer büyük sahâbeler hoşnutluk içinde ve gülümseyerek ayağa kalktılar, Rasûl’e salâvat getirdiler ve şöyle dediler: ‘Nahnü’l-fâizûn!’ Yani “Biziz, kurtuluşa erenleriz!”
Allah Rasûlü şöyle buyurdu: ‘Vallahi sizler kurtulmuşlarsınız. Cennet sizin için yaratıldı. Cehennem de Ali’nin düşmanları için yaratıldı.’[6]
Hüsniye sözü buraya kadar getirince, Hârûn ve çoğu ulemâ birbirine bakıştı. İbrâhîm b. Hâlid’in nutku tutulmuştu. Bunun üzerine Hüsniye şöyle dedi:
- Ey zamanın ulemâsı, ey Şâfiî, ey Ebû Yûsuf, ey falan, ey filan! Allah hakkı için dalkavukluk etmeyin de doğruyu söyleyin. Rivâyet ettiğim hadis sahih değil midir? Daha önce gördünüz mü, görmediniz mi, işittiniz mi, işitmediniz mi?”
Orada bulunan ulemânın çoğunluğu;
- Ey Hüsniye, bu hadis inkâr edilebilecek türden rivâyetlerden değildir, dediler.
[1] İslâm tarihinde biri Mekke’de; Mekkeli Müslümanlar arasında, diğeri ise hicretten sonra Medîne’de; Muhâcirler ile Ensâr arasında, iki defa kardeşlik sözleşmesi yapılmıştır. Allah’ın Rasûlü her iki seferinde de, yanına Ali’yi çağırmış, “Benim kardeşim/musahibim sensin!” buyurmuştur. O günden sonra Hz. Ali, Allah’ın Elçisi’nin kardeşi yahut kardeşliği olarak bilinmiştir. Bizdeki “musahiplik” de buraya dayanmaktadır.
[2] İmam Ali’nin Hz. Muhammed’in risâletini kabul ettiğini izhar ettiğinde kaç yaşlarında olduğuna ilişkin farklı rivâyetler olmakla birlikte, genel kanı, o sırada kendisinin 10 (on) yaşlarında olduğu yönündedir. (Örn. bk. İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, III, 283; İbn Hacer, İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, Beyrût, 1415, Dâru’l-Kütüb el-İlmiyye, Tahkîk: Âdil Ahmed, 1. baskı, IV, 464; Şeyh Müfîd, İrşâd, Beyrût, 1416, Müesseset-ü Âli’l-Beyt, 1. baskı, I, 5-6; Ebû Ali Tabresî, İ’lâmü’l-Verâ, 1417, Müesseset-ü Âli’l-Beyt, 1. baskı, I, 306; Abbâs Kummî, el-Envâru’l-Behiyye fî Tevârîh’il-Huceci’l-İlâhiyye, 1421, Müessesetü’n-Neşr el-İslâmî, 2. baskı, s. 67; Abdülbaki Gölpınarlı, Mü’minlerin Emîri Hz. Ali, İstanbul, 1978, Zaman Yayınlarından ofset: Bünyad-ı Bi’sat, s. 12; Dünya Ehl-i Beyt Kurultayı, Hidâyet Önderleri & İmâm Ali, İstanbul, 2006, Kevser Yayınları, Çeviri: Vahdettin İnce, II, 63)
[3] Burada “İslâm’a girmek”ten kasıt, İmam Ali önceden Hz. Muhammed’in (s.a.a) nübüvvet ve risâletini şeksiz şüphesiz kabul etmiştir. Burada imanını izhar ettiği yani açıkladığı zamandır. Yoksa “kâfirlikten ve putperestlikten İslâm’a geçiş” değildir.
[4] Hz. Muhammed ile Hz. Ali’nin aynı nurdan yaratıldıklarına dair hadisler için bk. Ahmed, Fedâilü’s-Sahâbe, Beyrût, 1403, Müessesetü’r-Risâle, Tahkîk: Vasıyyullâh Abbâs, 1. baskı, II, 662; İbnü’l-Meğâzilî, Menâkıb-ü Emîri’l-Mü’minîn, Beyrût, 1424, Dâru’l-Advâ’, Tahkîk: Muhammed Bâkır Behbûdî, s. 120-122; Hâfız Gencî, Kifâyetü’t-Tâlib fî Menâkıb-i Ali b. Ebî Tâlib, 1404, Dâr-u İhyâ-i Türâs-i Ehli’l-Beyt, Tahkîk: Muhammed Hâdî Emînî, 3. baskı, s. 314-317. Alevî kaynaklar: Küleynî, Kâfî, Beyrût, 1405, Dâru’l-Advâ’, Tahkîk: Ali Ekber Ğıfârî, Tashihli 3. baskı, I, 440, 442; İbn Ebî Zeyneb Nu’mânî, Ğaybet, Beyrût, 1432, Dâru’l-Cevâdeyn, Tahkîk: Fâris Hassûn, 1. baskı, s. 95; Şeyh Sadûk, Emâlî, Kum, 1417, Müessesetü’l-Bi’set, 1. baskı, s. 307, Hısâl, Beyrût, 1410, Müessesetü’l-A’lemî, Tahkîk: Ali Ekber Ğıfârî, 1. baskı, s. 31, 640, Meânî’l-Ahbâr, Beyrût, 1399, Dâru’l-Ma’rife, Tahkîk: Ali Ekber Ğıfârî, s. 56, 351, Ilelü’ş-Şerâi’, I, 134, 174, 208-209, Kemâlü’d-Dîn, 1405, Müessesetü’n-Neşr el-İslâmî, Tahkîk: Ali Ekber Ğıfârî, s. 275, Uyûn-ü Ahbâri’r-Rızâ, Beyrût, 1404, Müessesetü’l-A’lemî, Tahkîk: Hüseyin A’lemî, 1. baskı, II, 63; Hazzâz Kummî, Kifâyetü’l-Eser, 1401, İntişârât-ü Beydâr, Tahkîk: Abdüllatîf Huseynî, Matba’atü’l-Hayyâm, s. 71, 111; Ebû Cafer Tûsî, Emâlî, 1414, Dâru’s-Sekâfe, 1. baskı, s. 295; Seyyid Hâşim Bahrânî, Ğâyetü’l-Merâm, Beyrût, 1422, Müessesetü’t-Târîh el-Arabî, 1. baskı, Tahkîk: Seyyid Ali Âşûr, I, 25-49; Seyyid Muhammed Hâdî Mîlânî, Kâdetünâ Keyfe Na’rifühüm, 1426, Şerî’at matbaası, Tahkîk: Muhammed Ali Mîlânî, 1. baskı, I, 41-45.
[5] Biz Aleviler, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in ve İmam Ali’nin Hz. Âdem’den kendi babalarına kadar tertemiz bir soydan geldiğine inanırız. Onların ataları arasında kâfir ve putperest bir tek kişi bulunmadığı gibi, içlerinde meşrû olmayan yoldan dünyaya gelen de yoktur. Masum İmamlar’ın durumu da böyledir. Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulmaktadır: “O, seni ayağa kalktığında ve secde edenlerin içinde evrilip çevrilmeni görmektedir.” (Şuarâ: 218-219) Âyetin orijinal metninde yer alan “tekallüb” sözcüğü, değişmek, dönüşmek, evrilip çevrilmek, kalıptan kalıba intikal etmek vs. anlamlara gelmektedir. İbn Abbâs bu âyeti “Dünyaya gelinceye kadar, bir peygamberin sulbünden diğer peygamberin sulbüne intikal edişini görmektedir.” şeklinde tefsir etmiştir. (bk. Bezzâr = Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Beyrût, 1414, Dâru’l-Fikr, Tahkîk: Abdullah Dervîş, VII, 198, VIII, 395; İbn Ebî Hâtim, Tefsîr, Mekke, 1419, Mektebet-ü Nizâr, Tahkîk: Es’ad Muhammed Tıyb, 3. baskı, IX, 2828; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, Beyrût, 1403, Dâr-u İhyâi’t-Türâs el-Arabî, Tahkîk: Hamdî Selefî, 2. baskı, XI, 362; Ebûbekir Âcürrî, Şerî’at, Riyâd, 1418, Dâru’l-Vatan, Tahkîk: Abdullâh Dümeycî, 1. baskı, III, 1418-1419; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, Beyrût, 1406, Dâru’n-Nefâis, Tahkîk: Muhammed Revvâs Kal’acî vd. s. 58; Ebul-Hasen Vâhıdî, Tefsîr-i Vasît, Beyrût, 1415, Dâru’l-Kütüb el-İlmiyye, Tahkîk: Âdil Ahmed vd. 1. baskı, III, 365; İbn Kesîr, Tefsîr, III, 352)
Peygamber Efendimiz’in “Ben Âdem’den bu güne kadar hep nikâhtan doğdum, zinâdan değil!” buyruğu için bk. Abdürrazzâk, Musannef, Beyrût, 1403, el-Mektebü’l-İslâmî, Tahkîk: Habîbürrahmân A’zamî, 2. baskı, VII, 303; İbn Sa’d, Tabakât, Beyrût, 1405, Dâr-u Sâdir, İhsân Abbâs neşri, I, 60-61; İbn Ebî Şeybe, Musannef, Cidde, 1427, Dâru’l-Kıble, Tahkîk: Muhammed Avvâme, 1. baskı, XVI, 387-388; İbn Cerîr Taberî, Câmiu’l-Beyân An Te’vîl-i Âyi’l-Kur’ân, Beyrût, 1420, Müessesetü’r-Risâle, Ahmed–Mahmud Şâkir neşri, 1. baskı, XIV, 585; Taberânî, Kebîr, X, 399, el-Mu’cemü’l-Evsat, Kâhire, 1415, Dâru’l-Haremeyn, Tahkîk: Târık Ivazullâh vd. V, 80; Âcürrî, Şerî’at, III, 1417-1420; Râmehürmüzî, el-Muhaddisü’l-Fâsıl, Beyrût, 1404, Dâru’l-Fikr, 3. baskı, Tahkîk: Muhammed Accâc Hatîb, s. 470; Ebul-Kâsım Sehmî, Târîh-u Cürcân, Beyrût, 1407, Âlemü’l-Kütüb, 4. baskı, s. 361; Ebû Nuaym, Delâilü’n-Nübüvve, s. 57; Beyhakî, Sünen-i Kübrâ, Mekke, 1414, Mektebet-ü Dâru’l-Bâz, Tahkîk: Muhammed Abdülkâdir Atâ, VII, 190, Delâilü’n-Nübüvve, Beyrût, 1405, Dâru’l-Kütüb el-İlmiyye, Tahkîk: Abdülmu’tî Kal’acî, 1. baskı, I, 174; Heysemî, a.g.e. VIII, 395-396; Celâleddîn Süyûtî, el-Hasâisu’l-Kübrâ, Beyrût, ts. Dâru’l-Kütüb el-İlmiyye, I, 63-65.
Konuyla ilgili Alevî kaynaklar: Süleym b. Kays, Kitâb, Kum, 1420, Matba’atü’l-Hâdî, Tahkîk: Muhammed Bâkır Ensârî, 1. baskı, s. 194, 237, 379 = 11, 14 ve 45 nolu hadisler; Küleynî, Kâfî, I, 442, 444; Şeyh Sadûk, Emâlî, s. 450, 723, Hısâl, s. 551, Meânî’l-Ahbâr, s. 55, 56, Ilelü’ş-Şerâi’, I, 134, 209, Kemâlü’d-Dîn, s. 275; Hazzâz Kummî, Kifâyetü’l-Eser, s. 71; Hâşim Bahrânî, Bürhân, V, 514-518.
[6] bk. İbnü’l-Fârisî Fettâl, Ravzatü’l-Vâizîn, 1423, Tahkîk: Ğulâm Hüseyin Mecîdî ve Müctebâ Ferecî, 1. baskı, I, 201-205; Hâşim Bahrânî, Bürhân fî Tefsîri’l-Kur’ân, Beyrût, 1427, Müessesetü’l-A’lemî, 2. baskı, III, 54-56; Allâme Meclisî, Bihâru’l-Envâr, Beyrût, 1403, Müessesetü’l-Vefâ, Tashihli 2. baskı, XXXV, 19-23.
Kaynak: Dört kapı yayınları
Ayrıntılı Bilgi İçin; Alevi İslam Din Hizmetleri Sayfasını Takip Ediniz http://www.aleviislamdinhizmetleri.com/