Hz. Ali (As) Müminlerin Emiri / 01 Şubat 2018, Perşembe

Ben, sizin aranızda iki paha biçilmez ve ayrılmaz emanet bırakıyorum: Biri Allah’ın kitabı, diğeri itretim, Ehlibeytimdir. Bu ikisine sımsıkı sarıldığınız müddetçe, asla sapmazsınız. Bu ikisi, Kevser Havuzu’nun başında bana varıncaya dek birbirinden ayrılmazlar. (Hz. Muhammet)

            Esirgeyen, bağışlayan Allah’ın adıyla

Hamd, herşeyi yaratan ve ona yol gösteren Allah’a mahsustur. Salat ve selam, Allah’ın seçkin kullarının üzerine olsun. Yüce Allah, insanı yarattı, onu akıl ve irade unsurları ile donattı. İnsan, aklı ile gerçeği görüp ortaya çıkarır, Hakkı batıldan

ayırdeder. İradesini kullanarak, kendi yararına gördüğü amaçlarını ve hedeflerini gerçekleştireceği yolu seçer.

Yüce Allah, bu ayırt edici aklı, kulları için hüccet kıldı. Akıllara, hidayet pınarından feyz sunarak onları destekledi. İnsana bilmediklerini öğreten, onu layık olduğu kemalet yoluna yönlendiren, uğruna yaratıldığı ve gerçekleştirmesi için dünyaya getirildiği amacı bildiren O’dur…

Kur’an’ı Kerim, bize ilahi hidayetin ufuklarını, gereklerini ve yollarını açıkça beyan etti. Bir yandan hidayetin gereklerini açıklarken, diğer yandan meyvelerini, semeresini gözlerimizin önüne serdi…

Yüce Allah şöyle buyurdu: “De ki ‘Asıl hidayet Allah’ın hidayetidir” En’am-71

“Allah, dilediği kimseleri doğru yola iletir” Bakara-213

“Allah, gerçeği söyler ve doğru yola iletir” Ahzab-4

“Kim Allah’a sarılırsa, o kesinlikle doğru yola iletilmiştir” Ali İmran-101

“De ki ‘Allah, Hakka iletir. Hakka ileten mi uyulmaya daha layıktır, yoksa başkasının kılavuzluğundan yararlanmadıkça kendisi doğru yolu bulamayan mı?” Yunus-35

“Kendilerine bilgi verilenler, Rabbinden sana indirilen mesajın gerçek olduğunu, üstün iradeli ve hamde layık Allah’ın yoluna ilettiğini görürler.

” Sebe-6

“Allah’tan kaynaklanan bir yol gösterme olmaksızın, keyfi arzusuna uyandan daha sapık kim olabilir?” Kasas-50

Buradan anlıyoruz ki hidayetin kaynağı Allah’tır, gerçek hidayet ancak O’nun hidayetidir.

Yüce Hak, insan fıtratını kemale ve cemale eğilimli bir yapıda yarattı. Sonra onu layık olduğu kemalete yönlendirdi, ödüllendirdi. “Ben, cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” Zariyat-56

 İMAM ALİ BİN EBU TALİB’İN HAYATINA KISA BİR BAKIş

O, mü’minlerin emiri,vasilerin efendisi, Allah’ın velisidir… Peygamber (AS)’in açık sözü gereğince hidayete götürücü, yol göstericidir ve imamların ilkidir. Kur’an, O’nun masum olduğunu açık bir dille ifade etmiştir. Resulullah efendimiz sallallahu aleyhi vesellem , O’nun eşini ve iki oğlunu yanına alarak Necran Hıristiyanlarıyla mubahaleye gitmiştir.

Peygamber efendimiz (SAV), O’nun sevilmesi farz olan akrabalarından biri olduğunu vurgulamış, O’nun Kur’an’ı Kerim’le – ilahi görev itibariyle- eşdeğer olduğunu, ikisine sarılmanın kurtuluşa, onlardan uzaklaşmanın ise alçalmaya neden olacağını dile getirmiştir.

İmam Ali, çocukluğundan itibaren, Allah resulünün bağrında yetişti, O’nun hidayet pınarından gıdalandı. O nedenle, bütün yükümlülüklerini yerine getiren bir öğrencisi ve kardeşi olup, ender derecede bulunan bir zekaya sahipti.

Rabbinin yoluna kendini adayanların en samimisi idi. Hem peygamber zamanında, hem de peygamberimizin ölümünden sonra  “Cahiliye”nin tüm çirkeflik ve hainliklerine karşı çok çetin bir savaşım verdi. Risaletin başarısı, İslam’ın-Ehlibeyt’in bekası için, İmamet makamına, Alevi ahlak inancına gelebilecek her türlü saldırıya kendini ve evladını feda etme pahasına karşı  koymaktan geri kalmadı. 

İmamı Ali Cenabı Murteza, daha genç yaşta, hatta çocukluk çağında, Hz.Resulün yanından ayrılmayan, müşriklerin Hz. Resulü Ebu Talip deresinde yaşamaya mahkum ettikleri zor şartlarda bile O’nu yalnız bırakmayan ender bir dostuydu. Babası Ebu Talip dışarıdan onlara yiyecek ve yardım getirir, gelecek tehlikelere de Ali göğüs gererdi. Zira Ebu Talip deresi, zehirli ve yırtıcı yaratıkların barındığı, kol gezdiği bir mevki idi. Arapların gayesi, Hz. Muhammed’in yırtıcı ya da zehirleyici hayvanlar tarafından öldürülmesini sağlamaktı. Böylece, O’ndan kurtulmuş olacaklardı!..

Böyle bir anda bile peygamberini yalnız bırakmadı. Bir kıl miktarınca bile haktan ayrılmadı, gerçekten sapmadı.

      Bir gün, Dırar bin Kinani, Muaviye’nin bulunduğu bir mecliste, Hz. Ali’yi şöyle vasfeder: “Allah’a yemin ederim ki Ali ileri görüşlü ve çok güçlü biriydi. Konuştuğu zaman hakkı batıldan ayırır, salt adaletle hükmederdi. Her tarafından bilgi akardı. Söz ve davranışları ile hikmeti dile getirirdi. Dünyadan ve onun çekici güzelliklerinden kaçardı. Geceye ve yanlızlığına sığınırdı. Çok ağlar, uzun tefekkürlere dalardı. Avuçlarını ovuşturur ve kendi nefsine hitap ederdi. Elbisenin kısasından, yiyeceğin kurusundan hoşlanırdı. Aramızda herhangi birimiz gibiydi. Yanına geldiğimiz zaman bize yaklaşırdı. Bir şey sorduğumuz zaman cevap verir, davet ettiğimiz zaman bizlere gelirdi. Haber sorduğumuz vakit, haberi aktarıp, bizi aydınlatırdı.

Allah’a yemin ederim ki O’na yakın olmamıza ve kendisi de bize yakın durmasına rağmen, O’nun heybetinden, yanında neredeyse konuşamaz hale gelirdik. Gülümsediği zaman dişleri inciler gibi belirirdi. Dindar insanlara büyük ilgi ve saygı gösterir, yoksulları kendisine yaklaştırırdı. Güçlü de olsalar, batıl niyetliler O’ndan cesaret alamazlar, zayıf  kimseler de O’nun adaletinden umut kesmezlerdi.”

Bu sözler üzerine, orada bulunanların çoğu gözyaşlarını tutamazlar…

    Şimdi de Nehcül Belağa’dan, O’nun bir mesajını aktaralım ki bu, tüm zamanlar için geçerli bir mesajdır :  

“Kaçındığı yoksulluğu dünyada yaşayan ve peşinden koştuğu zenginliğin imkanlarını, kaçılan bir dünyada yoksul hayat yaşayıp, ahirette zenginler gibi hesaba çekilecek cimriye şaşarım.

Daha dün bir damla iken, yarın da bir leşe dönüşecek olan kimsenin büyüklenmesine şaşarım.

Allah’ın yarattıklarını görüp dururken, Allah hakkında kuşku duyana şaşarım…

Ölenleri görüp durduğu halde, ölümü unutana şaşarım.

İlk yaradılışı gördüğü halde, ikinci yaradılışı inkar edene şaşarım

Geçici evini donatıp, kalıcı evini ihmal eden zavallıya şaşarım”

Hz İmamın amacı, davetin ilk gününden itibaren, Hz. Resul ile birlikte kutlu İslam tarihinin temelini atmak ve onu ilelebet kılmaktı. Fakat Arab’ın gerici cahiliye devrinin kurtları ve Ehli Kitab’ın azgın düşmanları tarafından hedef alındılar… Ama bu kutlu önderler, şeytanların çığlıklarını kesmeye, hakkın batıla galebe çalmasını sağlamaya azimli idiler.

Hz. Resul, kısa süre içerisinde cahiliye toplumunu değiştirmek üzere müthiş adımlar atmaya başlarken, her türlü zorluğu göze almıştı. Kendisinden sonra düşünsel ve adil idare kabiliyeti donanımından kuşku duymadığı Ali’nin mevcudiyetinin bilincindeydi. Risaletinin gerekleri ve kuralları devam edecekti. Bu konuda kendisinden sonra en yetkili merci İmam Ali idi…

Özel olarak, hem Tanrısal hem de beşeriyetin en mükemmeli olan Ali bin Ebu Talib’i, yerine geçmeye hazır hale getirmişti. Her fırsatta, bunu sevinçle dile getirmekten kaçınmıyordu. Fakat bunun zorluğunu anlaması da uzun sürmedi.

Zira toplumun derinliklerine kök salmış cahiliye döneminin menfaatperest kesimi Bedir, Huneyn veya diğer kısa süreli mücadele ve savaşlarla kendini belli etmişti. Bertaraf edilmeleri pek de kolay değildi. Nitekim bu gerici zihniyet, İslam sembollerinin arkasına gizlenerek, İslamî ritüelleri kendi içtihatlarına uydurarak, yeniden insanları kendi zihniyetleri doğrultusunda kullandılar.

Emevi hanedanı ve avenesi, gerici-çağdışı inanç ve içtihatlarıyla, kendi anladıkları İslamı harmanladılar, gerektiğinde zorla halka dayattılar. Emevilerden sonra kurulan Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar vasıtasıyla günümüze kadar Ehlibeyt karşıtlığı gelmiş bulunmaktadır.

Bu sebeple yapılan katliamları tarihler tam olmasa da yazmaktadır.   

      Halkın çabuk etkilenip düşmanlara kanacağını anlayan peygamberimiz, ailesini donatmanın en öncelikli bir görev olduğunu biliyordu. Daha sonra halkın cahiliye pratiğini değiştirme   ve iyiye doğru geliştirme olanağı araştırılacak, gereken yapılacaktı. Bu uğurda kısa ve uzun vadeli projeler ortaya koyması zorunluydu.

Evhalkı (Ehlibeyt) olarak kendisi, Ali, Fatma, Hasan ve Hüseyin vardı. Kendilerine bağlı akrabaları vardı. Ashaptan Selman, Hasan-ül Basri, Malik Ejder, Muhammed bin Ebubekr, Abbas bin Abdullah, Amir bin Yasir gibi gerçek seven ve kendilerine candan bağlı olanlar vardı.

Tüm bunlara Ali’nin hakkaniyeti de dahil edilince, insanların karanlıktan gün ışığına çıkması zor olmayacaktı.

Hz. Muhammed’in bu uzun vadeli planına, Ali’nin Kur’anî yorumu da eklenince, bunları benimseyen halkın hata yapmayacağını biliyordu.

Diğer taraftan, henüz olgunluğa erişmemiş, gözü kapalı, azıcık menfaati ya da korkuyu görünce saf değiştirecek halk nasıl donatılacaktı? Kur’an ve hadislerle desteklenen Ehlibeyt’e insanlar sağlam bağlanacaklar mıydı?  Bu konuda Hz. Muhammed, Cebrail vasıtasıyla haberdar edilmişti ki insanlar ondan sonra Ehlibeytine kastedeceklerdi. Ve kendisi sağ iken bunu yakınlarına bildirmişti.

      Hz. Resul ve Hz. Ali, bilinç noksanlığından kaynaklanan  çok zararlı akımla karşı karşıya idiler.  Bu akımı perde arkasından yöneten iki yüzlüler, peygambere şirin görünüp “sahte Müslüman” kisvesine bürünüyorlardı. İslam devriminin aleyhinde komplo kuranlar ve destekçileri, halkı da kullanıyorlardı. Önce maddi  teşvikle, olmazsa tehditle isteklerini kabul ettiriyorlardı. Zira halk gerçeği görüp kavrayacak bilince sahip değildi.

Halifeliği sırasında İmam Ali, savaş ganimetlerini eşit dağıtmak isteyince itiraz edip kendilerine ayrıcalık istemişler, kölelerin kendilerine eşit sayılmasını hazmedememişlerdi.Zira, köleliğin kaldırılmasını istemiyorlardı. O devirde, savaş esirleri köle gibi isteyene veriliyordu. Hz. Ali’ye göre ise onlar esir değil misafir sayılmalıydı. Diledikleri zaman mal ve mülk sahibi olmalı, dilediği kişilerle evlenebilmeliydiler. Zorlama olamazdı. İşte o zaman, İslamî çizgi cahiliye çizgisinin önüne geçecekti ve gerici zihniyetin korkusu da bundandı. 

 “Beni Sakife insiyatifi”, peygamberin hayatta olmamasını fırsat bilerek, ileriye dönük ulvi İslam yaşam şeklinin planlarını sonuçsuz bırakmak istiyordu. Dolayısıyla Kur’an’ın önceden haber verdiği bir olay aynen gerçekleşmiş oluyordu. İkrar verenler, ikrarlarından caydılar, nefislerine yenik düştüler. Kimisi de eski düşmanlıkları gündeme getirerek nifak tohumunu ekmeye başladılar.

Kur’anı Kerim, “Muhammed, ancak bir peygamberdir. O’ndan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi O ölür ya da öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz?” ayetiyle önceden olacakları haber vermişti. (Ali İmran-144)

Hz. Peygamber, Ali aleyhisselamı tüm İslam’ın ve devletin temsilcisi, imamı, veliyullah-ı emin’i olarak atamıştı. Hz.Ali’nin İslamı korumaya memur kılınması tüm İslam alemine haber verilsin diye vasiyet etmişti. Gadiri Hum’da 120 bin kişiden biat almış, orada olanlar olmayanlara söylesin diye tenbih  etmişti. Ne yazık ki Gadiri Hum’da Hz.Ali’yi tebrik edenler, daha sonra vazgeçip, Hz. Ali’ye cephe aldılar, kılıç zoru ile halkı kendi adamına biat ettirdiler. Adeta “Dün dündür, bugün bugündür” dönekliğini kendilerine slogan ve rehber edindiler.

İmam Ali’nin “Beni Sakife İnsiyatifi”ne karşı çıkması son derece isabetliydi, çünkü gelişen olaylar hep  O’nu haklı çıkarıyordu. Gel gör ki inkar ehlinin inkarında ısrar etmesi değil de bilgisiz-bilinçsiz halkın durumu İmam Ali’yi düşündürüyordu. İslam’ın zarar görmesi söz konusuydu. Sabretmesi gerektiğini düşünüyordu.

Hz. Muhammet de  sağlığında olacaklardan İmamı haberdar etmiş, ne yapması gerektiğini açıklamıştı. Gerçek inananlara liderlik edecekti, onları  lidersiz bırakamazdı.  Hz. İmam Ali, tarihin de kaydettiği gibi ilkeli bir tavır takındı ve tavrını şöyle açıkladı: “İnsanların kitlesel olarak İslam’dan dönmeye başladığını, Muhammed’in ve Ehlibeyti’nin dinini yeryüzünden silmeye yönelik çağrıları seslendirdiklerini gördüğüm zaman elimi çektim. İslam’a ve inancına yardım etmezsem, İslam’ın gövdesinden bir gedik açılacağından ve bir tarafı yıkılacağından ve bundan dolayı uğrayacağımız felaketin, sizin başınıza geçme fırsatını kaçırmış olmaktan dolayı benim uğrayacağım zarardan daha büyük olacağını gördüm.

Çünkü sizin başınıza yönetici olmak birkaç günlük bir metadır ve serabın geçip gitmesi veya bulutları dağılması gibi geçip gider.”

 Ulu insan, halkın imamı Cenabı Murteza Ali’nin, 25 yıllık bu ağır süreç içinde sergilediği tavır, geçici bir süre için hakkından ödün vermek  ve yolu bilmeyenlere danışmanlık yapmak, onlara öğüt vermek, yol göstermek, İslam’ın birliğini korumak, bu genç devletin başına bir felaketin gelmesini önlemek olmuştur. Kendi deyimiyle, “Ebu Cehil Karpuzu”ndan daha acı olan sabrı yalamak suretiyle sıkıntı ve zorluğa katlanmıştır.

Bu süreçte asla boş durmamış, Kur’an’ı toplamaya ve tefsir etmeye, bu doğrultuda insanları aydınlatmaya, onlara gerçek İslam’ı öğretmeye, bilinçlendirmeye gayret etmiştir.

 Dönek gurupların, İslam üzerinde oynadığı karanlık oyunları açığa çıkarmıştır.

İleriye dönük “Nebevi” planlar yapıp, o yolda çalışarak, ağır yokluk şartlarında, inanılmaz kazanımlarla yetiştirdiği bilge kişileri yetkiyle donatarak, çeşitli vilayetlere “Öğretici Rehber” ve yönetici olarak görevlendirmiştir. Tüm ilgisini bu yola, dine vererek gece-gündüz İslam’ı yayacak, Ehlibeyt’i (Aleviliği) tebliğ edecek ve kendilerini dahi feda edecek bir kitle oluşturmaktı amacı.

      Hz. İmam, 25 yıl sonra ancak bu sabrının meyvesini devşirebildi. Artık gerçek

günyüzüne çıkmıştı ve hak sahibi İmam görevinin başındaydı.

İmam’ın yüksek kişiliğine rağmen, birtakım menfaatperestler ve onların yardakçıları, İslam’ın düşmanları, haince tuzaklar kurmaya, iç savaşı körüklemeye başladılar. Çünkü gördüler ki hak sahibi İmam Ali, bu işin üstesinden gelebilecek kapasite ve kadroya sahipmiş. Elbette bu kafa yapısında olanlar boş durmayacaklardı.

O dönem İmam şöyle demişti: “Allah’a yemin ederim ki Hilafete yönelik bir arzum yoktu. Sizin başınıza geçmek gibi bir gereksinim hissetmiyordum. Fakat siz beni buna çağırdınız ve bu görevi üzerime yüklediniz. (Bihar-ul Envar- İmama Biat babı)

Ve İmam, izleyeceği yolun ilkelerini şöyle duyurdu: “Biliniz ki çağrınıza uyduğum zaman, size düşündüğüm görevleri yükleyeceğim. İleri-geri konuşanların sözlerine ve kınayanların kınamasına kulak asmayacağım. (Bihar-ul Envar 32-36)

Bu bağlamda şöyle buyurmuştu: “Allahım! Hiç kuşkusuz, bizim mücadelemizin iktidar kavgası ya da nimetlerin döküntülerini kapma çabası olmadığını biliyorsun… Bizim çabamız dinin alametlerini yeniden hakim kılmak, İslam’ın güzelliğini senin beldelerinde oraya çıkarmak, dolayısıyla mazlum kullarının güvencede olmasını sağlamak ve senin koyduğun hükümlerden rafa kaldırılanları yeniden yürürlüğe koymak içindir. (Bihar-ul Envar 34/111. Ali zamanında çıkan fitneler bölümü)

İmam Ali, özgün bir tavır sergileyerek, insanlar arasında hakaniyetli  yolu, adaleti  yaymaya çalıştı. İslam’ın birliği, can güvenliği, özgürlüğün ve istikrarın hakim olması için mücadele etti. Eğitime, bilgi düzeyinin yükseltilmesine, tüm hakların eksiksiz verilmesine gayret etti.

Bozuk mekanizmayı temsil eden kişileri görevden uzaklaştırdı, yerlerine adaletli kişileri görevlendirdi ve çok sıkı denetledi. Tabii ki bu hareket, fırsat kollayıcıların ve ihtiraslıların işine gelmedi. Makam, rant, şöhret peşinde koşanların ümitleri tükeniyordu.

Çünkü İmam-ı Mürteza, Resul’ün çizdiği ve birlikte deruhte ettikleri yolda canı pahasına da olsa yürüyecekti. Ve o metodu bırakmayacaktı.

Yazımızın ortalarında da bahsettiğimiz gibi, gerici zihniyet boş durmuyordu. Ve Halife Osman’nın katilleri hileye başvurarak, sokaklarda “Osman’ın kanını isteriz.” diye slogan atıyorlardı. İmam Ali’ye biat edenlerin çoğu döndüler, karşıtlarla bir oldular, yoldan çıktılar çıktılar.

Derken, Hz. İmam acılarla dolu bir mücadele sonrasında, Hicret’in kırkıncı yılında, Kadir Gecesi, Küfe’de kendi evinin yanında tahsis ettiği özel çalışma ve ibadet ettiği mekana girerken üç ya da dört kişinin saldırısına uğradı, mübarek başından yaralandı. Yara derin değildi fakat kılıç zehirliydi. Mübarek bedeni ve Allah’ın Kâbesi olan başı ve cemali kızıl kana boyandı.

Apaçık hak üzere, din prensiplerinin ve Allah’ın dininin kökleşmesi amacıyla mücadele verme hususunda sebat etmenin zaferini gördü. Bu, ilahi değerlerin bütün biçim ve dallarıyla, cahiliye değerlerine karşı gerçekleştirdiği görkemli bir devrimdi.

      Ey müminlerin emiri ve ey yüzü akların öncüsü!

Selam sana ve doğduğun güne… Risalet bağrında terbiye edildiğin güne…

İslam bayrağı dalgalansın diye uyarıcı olduğun güne…

Sabrettiğin ve öğüt verdiğin güne…

Cahiliyenin, İslami Şiar’ın gerisine gizlenmiş kirli pençelerinin üzerindeki perdeyi yırtıp parçaladığın güne… Şehit düşerek, yükselen Ehli Beyt’in bayrağını dalgalandırmak için, Allah katında en yüce makamlara ait zafer nişanlarını taşıyarak dirileceğin güne…

Selam sana ey Emir-el Mü’minin!

Kovulmuş şeytanların şerrinden Allah’a sığınırız…

 

KAYNAK :Nehc-ül Belaga ve Hidayet önderi İmam Ali

Ayrıntılı Bilgi İçin; Alevi İslam Din Hizmetleri Sayfasını Takip Ediniz  http://www.aleviislamdinhizmetleri.com/