Dar, Farsçada “ağaç, idam sehpası” anlamında; Arapçada “yer ve mekân” anlamında kullanıldığı bilinmektedir. Dar, Alevi-Bektaşi cem ve görgü erkânlarında ise Dar-ı Didar olmak, sorgu ve sual sormak, özünü dara çekmek ya da çekilmek anlamını taşımaktadır. İşte bizlerin sorgulandığı ve cem evinin tam orta yeri dediğimiz nizamın yani eşitliğin simgelendiği yerdir Dar Meydanı.
Kişi kimi zaman, kendi özünü dara çeker ve öz gönlü ile Hakk Meydanına çıkar, dar olur ve der ki: “Ben filan can kardeşimi incittim, onu kırdım ve Pirimin huzurunda, canların şahadetliğinde ben ondan af dilemek isterim; sitemim ne ise çekerim.” Kişinin daha büyük günahı var ise yine Hakk meydanında özü dardadır ve saklısı gizlisi olmadan tüm günahını eline alıp itiraf edip Mürşit veya Pir huzurunda her ne gerekiyor ise yapmaya veya vermeye hazırdır.
Kur-an buyurur ki: “Ey İman edenler! Zannın çoğundan sakınınız. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin (aleyhinde konuşmasın). Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyendir” (Hucurat 12) Allah’tan korkun sözü sadece kötülük, yalan, riya, kov, gıybet ve kul hakkı yiyenler için söylenmiştir. Hakk’ın dosdoğru yolunu sürdürenlere kesinlikle korku yoktur. Bu ayeti yine bir ayet ile teyit edelim: “Ey İman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı batıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp verecek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sizi esirgeyecektir.” (Nisa 29)
İftira, alay, arkadan çekiştirme, kötü lakap takma, su-i zan, kusur arama, gıybet gibi günahlar da insanların manevi şahsiyetlerine zarar veren kul hakkıyla ilgili günahlara örnektir. Kur-an’da şöyle beyan edilmektedir: “Benim ahdim zalimlere erişmez” (Bakara 124) Allah zalim olan hiçbir kuluna güzellik bahşetmez. Bu konuda şöyle nasihat eder insanoğluna: “Şirk hakikaten büyük bir zulümdür” (Lokman 13)
Allah’ın bize bahşettiği yol ve yöntemlerde bizler, Allah Resulü ve Ehl-i Beyt’inden hâşâ ki daha bilgin değiliz. Ama buna rağmen, kırmış olduğumuz birinin gönlünü almak için ondan özür dilemeye bile tenezzül etmediğimiz anlar oluyor. Ama bakın Hz. Hüseyin Küfe’ye gitmeye karar verince evvela şöyle buyuruyor: “Benimle gelmek isteyenlerin üzerinde kesinlikle kul hakkı olmamalı. Benimle geleceklerin üzerinde kul hakkı olursa onlar Hakk yoluna giden şehitler olamayacaklar.”
İnsanlar vardır ki, doğarlar, yaşarlar ve ölürler. Yaşayış sayfasında bir izleri bile kalmaz; sanki hiç yaşamamış gibidirler. İnsanlar vardır ki, bir okyanus misali her sohbette, her anmada defalarca okunur. Her defasında yeni bir güzelliği keşfedilir, anlatılır. Adeta zaman onlar için akar, düşünce onların hayatını örer, inanç onlara bağlanır. Bunların İsimleri toplumu sürükler; birliğine ve dirliğine vesile olur. Turgut Koca bu konuya nefesiyle şöyle cevap verir!
Söz tesir eder mi kuru cesede?
Talkını almalı burada insan
Münkir, Nekir sana sual sormadan
Cevabı vermeli burada insan
Sırat köprüsünü dünyadan geçip
Kevser şarabını Ali’den içip
Ölmeden evvel ahrete göçüp
Cennete girmeli burada insan
Bugün kör olan, yarın da kördür.
Hakk- Muhammed-Ali manada birdir.
Ukbada görürüm deme, küfürdür
Allah’ı görmeli burada insan
Atamın belinden indim cihana
Giderken de lazımdı bir baba ana
Kardeş tutmak gerek mümin olana
Musahip bulmalı burada insan
Kazım oğlu Turgut olur mu baha?
Oku kendi ruhun için Fatiha
Nedir Yasin, nedir Sure-i Taha
Bu sırra burada ermeli insan
Bu sırra ermiş olan insanlar ölümsüzdürler. Onlar ki, ölmeden evvel hesabını veren ve bu beşeri dünyanın gamını, kasavetini çekip ve alacaklı giden Hakk-Muhammed-Ali dostlarıdır. Onlar nefislerinin tutsağı olmayan, her şeyin geçici olduğunun bilincinde olan kimselerdir ki bu yüzden alçak gönüllüdür onlar.
İşte O Hakk-Muhammed-Ali ve Ehl-i Beyt dostları her cemde incittiğinden gönül rızalığı alır. Ödeyeceği bir borcu var ise öder; ağlattığı bir canın gönlünü alır. O nedenle cem evlerimiz Muhakeme-i Kübra’dır. Bu makama bizler kısaca Dar Erkânı deriz. Bir kişi istekli olarak dara çıkar da Mürşit ve Pir Divanında özünü dara çekip yaptığı hatayı veya hataları eline alır da itiraf ederse Mürşit, ona sitem çekip bir bedel dilerse cem erkânı dâhilinde bulunan tüm canlar “Mürşit ve Pir cömerttir” derler. Alacaklı ve verecekli orada barışır, can cana cem olurlar. Ama dara çıkan kişinin sitemi ağır ise o zaman Pir ve Mürşit ona verilecek düşkünlük sitemini belirler. Sitem belirlendikten sonra Mürşit ve Pir’in vermiş olduğu kararı kimse bozamaz.
Her yıl yapılan görgü cemlerinde tüm musahipli canlar sorgudan geçer ve birbirlerinden rızalık alıp verirler. Düşkünlüğü, müşküllüğü olanlar sitemden geçerler. Bir can Hakk’ın rahmetine ermiş ise o canın musahibi ve aile efradı, özellikle kırk lokmasından sonra, o cana dardan indirme erkânı yaparlar. Bu dara tüm komşu, akraba ve alış-verişte olduğu kişiler çağrılır. Alacağına veya vereceğine talip olan akraba kesimi, dar meydanında şöyle derler: “Biz Hakk’ın rahmetine erişmiş olan canın vekili sıfatı ile dardayız. Var ise alacak veya verecekli olanlar, dile gelsin, hakkını beyan eylesin ve kanıtlamak kaydıyla biz onu ödemeye veya almaya talibiz ve razıyız.”
Alevi İslam inancında var olan bu dar erkânı, yani hak alma-hak verme, sorgulama erkânları kendiliğinden oluşmuş bir olgu değildir. Eğer Kur’an-ı Kerim’deki, Hakk’a riayet ayetlerine bakılacak olursa Hz. Muhammed, Hz. Ali ve onların Hakk İmamları olan evlatları döneminden günümüze dek geldiği görülecektir. (Ve yukarıda beyan edilen ayetlerden)
“Gördün mü dini yalan sayanı?
İşte odur yetimi itip kakan;
Yoksulu doyurmayı özendirmez o.
Vay haline o Tanrı’ya yakaranlarınki,
Yakarışlarında gaflet içindedir onlar!
Riyaya sapandır onlar /gösteriş yaparlar.
Ve onlar, kamu /Hakkına /yardıma /Zekâta /İyiliğe engel Olurlar” (Maun suresi 1-2-3-4-5-6-7- ayetleri)
Hakk-Muhammed-Ali ve 12 İmam soyunun himmeti cümle canların üzerine hazır ve nazır ola. Yüce Rabbim kimseye kul hakkı, dul ve yetim hakkı yedirmeye. Kimseyi de bu hak ile yani kul hakkı ile Yüce Yaratanın makamına çıkarmaya.