Şems-i Tebrizi Mevlânâ Celâleddin-i Rûmi’nin evine gider ve ev sahibinin ikramını gördükten sonra ona sorar:
– Benim için şarap hazırladın mı?
Mevlânâ hayret içerisinde sorar:
– Meğer sen şarap içiyorsun, öyle mi?
Şems cevap verir:
– Evet.
Mevlânâ:
– Bunu bilmiyordum.
– Mademki öğrendin bana şarap ikram et.
– Bu gece vakti şarabı nereden bulabilirim?
– Hizmetçilerinden birine söyle gidip alsın.
– Bu iş yüzünden Tanrı’nın karşısında şeref ve haysiyetim beş paralık olur.
– O zaman, git kendin al.
– Bu şehirde beni herkes tanır. Ecnebi mahallesine gidip nasıl şarap alabilirim ki?
– Eğer bana saygın varsa benim rahatım için bunu yapmalısın. Çünkü ben geceleri şarapsız ne yemek yiyebilir ne konuşabilir, ne de uyuyabilirim.
Mevlânâ, Şems’e olan saygısından ötürü cübbesini omzuna atar, koltuğunun altına büyük bir şişe saklar ve ecnebi mahallesine doğru yola düşer.
Oraya varıncaya kadar kimse onun ecnebi mahallesine gittiğini düşünmez ama ulaştığında insanlar hayret içinde onu takip etmeye başlarlar ve Mevlânâ’nın bir meyhaneye girdiğini, bir şişe şarap aldığını ve onu sakladıktan sonra dışarı çıktığını görürler.
Henüz ecnebi mahallesinin dışına çıkmadan mahalle sakinlerinden Müslüman bir grup onu izlemeye başlar ve sayıları an be an çoğalır ta ki Mevlânâ’nın imamı olduğu herkesin arkasında namaz kıldığı caminin önüne gelinceye kadar.
Hal böyle iken kalabalığın içinde bulunan Mevlânâ’nın rakiplerinden birisi: o’da Mevlânâ’yı takip etmekteydi ve birden öne atılıp insanları durdurup haykırdı:
– Ey millet! Her gün arkasında durup namaz kıldığınız Şeyh Celâleddin ecnebi mahallesine gidip şarap aldı… Diye bağırdıktan sonra Mevlânâ’nın cübbesini çekip atar.
Milletin gözü şişededir.
Adam devam eder:
– Mümin olduğunu iddia eden, sizin inandığınız bu münafık şimdi şarap almış ve kendi evine götürüyor.
Sonra Celâleddin-i Rumi’nin yüzüne tükürür.
Ve başına öyle bir vurur ki Mevlana’nın sarığı açılır ve boynuna dolanır.
Halk, bu sahneyi gördüğünde özellikle de Mevlânâ’nın sessizliği karşısında kesin olarak Mevlânâ’nın sahte takva elbisesi altında onları bir ömür boyu kandırmış oldukları kanaatine varır.
Sonuç olarak ona saldırmak için hazırlanırlar ve hatta öldürmeye niyetlenirler.
İşte tam o anda Şems birdenbire orada belirir ve haykırır:
– Ey hayasız insanlar, dini bütün bir insanı şarap içme töhmeti altında bırakmaya hiç utanmıyor musunuz? Gördüğünüz bu şişenin içinde sirke var. Zira her gün yemeğinde kullanıyor.
Mevlânâ’nın rakibi bağırır:
– Bu sirke değil, şarap.
Şems şişenin ağzını açar ve Mevlânâ’nın rakibi de dahil olmak üzere oradaki herkesin avuçlarına, şişenin içindeki sıvıdan biraz döker.
Mevlânâ’nın rakibi başını döverek Mevlânâ’nın ayaklarına kapanır ve halk da Mevlânâ’nın elini öpüp dağılır.
Sonra, Mevlânâ Şems’e sorar:
– Bu akşam beni niçin böyle bir facianın içine sürükledin ve rezil rüsva olmama izin verdin?
Şems der ki:
– UĞRUNA GURURLANDIĞIN ŞEYLERİN SERAPTAN BAŞKA HİÇBİR ŞEY OLMADIĞINI ANLAMAN İÇİN.
Sen bir avuç sıradan insanın saygısının senin için ebedi bir sermaye olduğunu düşünüyordun ama gördün ki bir şişe şarap aldatmacasıyla hepsi yok olup gitti. Senin suratına tükürdüler, başına vurdular ve hatta seni neredeyse öldürüyorlardı. Senin sermayen işte bu kadardı ve bu gece bir anda nasıl yok olduğunu gördün. O halde öyle bir şeye tutun ki zamanın geçmesi ve olayların değişmesiyle yok olmasın.
Dünya bir HİÇ…
Ehl-i dünya bir HİÇ…
Ey HİÇ! Birleşme HİÇ’le bir HİÇ için…
Ölümden sonra geriye ne kalır, bilir misin?
Ölümünüzden sonra geride bıraktığınız İlahi Aşk’tır VE O, İlahi Aşkı'n muhabbetidir.
Kıssadan hisse deriz ya bu bizim için çok önemli bir mirastır aslında, gerçekten her şey bir hiçtir, hele hele, dünyevi menfaat uğruna eğilip bükülenler hem onurunu şerefini ve haysiyetini kaybeder, hem de, Rabbi’nin huzurunda yüzü kara olur...
Sohbetimizi, Hz Ali Cenâb-ı Mürteza’nın nasihat gibi hadisleri ile son vermek istedim:
Hz. Ali Hz. Muhammed’in ve kendi zamanında ki halkın kâhinlere verdiği değerin Hakk’ın Resulüne ve Hakk’ın Hücceti olan imam’ına verilmediğini gördüğü bir ortamda halka şöyle hitap eder.
Ey İnsanlar, sakının yıldız bilgisi öğrenmekten; ancak karada ve denizde yol bulacak kadar öğrenin yeter.
Fazlası insanı saptırır, müneccimler ve büyücü gibidir büyücü ise kâfir gibi kâfir ise cehennemdedir. Sizler yürüyün Allah’ın adıyla, yolunuz açıktır inşallah.
Şunu bilmelisiniz ki: Gaybden haber vermek davasında bulunmaya “Kehanet” bu davayı güdene “Kâhin” denir...
Unutmayalım ki, Allah, uludur, kutludur, O Allah ki, Yüce himmetler bile onu idrak edemez; en doğru ve temiz anlayışlar bile onun künhüne ermez. Bir evveldir ki, evveline bir ön olamaz; bir ahirdir ki, sonuna bir son bulunamaz.
Ey İnsanlar: Allah size acısın, apaçık delillere uyun; yol aydınlıktır, doğrudur, sizi esenlik yurduna çağırmada. Fırsat ve mühlet elinizdeyken uyun doğru yola. Amel defterleri açık, kalemler yazıp duruyor. Vücutlar sağ esen, diller tutulmamış tövbe kabul edilmede, ameller makbul olmada.
Hz. Ali Cenab-ı Mürteza hutbesine ara verdiği zaman, Hz. İmam’ın ashabından olan Dı-bil-i yemani bir soru sorar.
Der ki Ey benim Mevlâm. Ya Emir-el Müminin! Rabbini gördün mü? diye sorunca, Hz. İmam...
Ben görmediğime kulluk mu ederim buyurdular.
(Nasıl gördün sorusuna karşılık ise şöyle buyurdular):
“Gözler onu apaçık göremez; fakat gönüller, iman gerçeğiyle görür. O, her şeye yakındır lakin onlarla birleşerek değil. O, her şeyden ayrıdır, fakat onlara zıt değil. Söyleyicidir fakat düşünerek, dille, damakla değil. İrade edicidir, kasıtla azimle değil. Eşyayı yapandır aletle değil. Latiftir, gizlilikle vasfedilemez. Büyüktür, irilikle değil. Görücüdür; duyguyla tavsifine imkân yok. Acıyıcıdır, gönül yumuşaklığıyla tarifine imkân yok. Yüzler, onu ululuğuna karşı eğilmiştir, alçalmıştır; güzel gönüller, onun sevgisiyle dolmuştur titrer durur...
NOT: Güzel canlar bu iki farklı mesajı sohbet etmemin nedenini kısaca izah etmek gerekirse!
Bizler gerçek sevgi’nin farkında mıyız acaba!
Her oruç tutup namaz kılan kişiler, hacca giden, Cemevine her gün gelip giden her Cem de hazır bulunanlar, yani demem O ki, peşin hükümlü olmak var ya, bazen insan yanılgılara sürükler. Birilerine de çok acı ama gerçek bir ders verir, örnek Mevlânâ Celâleddin-i Rumi gibi, meğer hiç dostu ve seveni yokmuş, Mevlânâ’yı hiç tanıyamamışlar.
Her bir davranışını Hakk’ın ilahi emri gereğince yapıp etmek isterken bir yanlış bize çok acı gerçeği gösterir ve Mevlânâ Celâleddin’in hiç dostu yokmuş, ama o güne dek onun bir hatasını kollayan kişi ise onların, yani Şems ile Mevlânâ’nın gerçek Hakk velisi olduklarını görüp onlara talip olur.
Diğer anekdot ise Hz. İmam Ali’nin beyan etiği gibi Hakk'ın gerçek Peygamberlerini ve Hakk'ın hücceti olan Hakk imamlarını bırakıp beşeri cezbeye kapılan sahte dindar ve yalancıların peşine takılıp Hakk’ın gerçek varlığını bilmeden ahkâm kesenlerin gerçek yüzlerini ortaya koymasını anlatır...
Siz değerli Canlarımızın Hakk Muhammed Ali ve evladı Ehl-i Beyt yardımcınız, kılavuzunuz ola.
Yüce Rabbim; dildeki dileklerinizi gönüldeki muratlarınızı vere, Bozatlı Hızır hanelerinize bereket gönüllerinize şefkat ve mertlik nasip eyleye, Allah, Allah...
KAYNAKLAR
Nehcül Belaga: Hz. İmam-ı ALİ:
Mesnevi: Mevlana Celaleddin-i Rumi.
Ayrıntılı Bilgi İçin; Alevi İslam İnanç Hizmetleri Sayfasını Takip Ediniz https://www.aleviislaminanchizmetleri.org/