Mevlana 1207 yılında Horasan’ın Belh bölgesinde Vahş kasabasında doğmuş 1273 yılında Konya’da vefat etmiştir. Annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun, babası, "âlimlerin sultanı" unvanı ile tanınmış, Muhammed Bahâeddin Veled’dir.
Diğer bütün sufiler gibi Celâleddîn-i Rûmî'nin temel öğretisi tevhid düşüncesi etrafında örgütlenir. Celâleddîn-i Rumi, rabbine duyduğu aşk ile ön plana çıkmış, diğer mutasavvıflar gibi Hakk yolunun yolcusu olmuş ve ilahi aşkın peşine düşmüştür.
Mevlana Celâleddîn-i Rumi hoşgörü ve barışın sembolüdür. Yüzyıllarca süregelen bir hoşgörünün öncüsüdür ve din bilginidir. Mevlana’nın hayatı Şems-i Tebrizi’yi tanıdıktan sonra baştan ayağa değişmiştir. Rivayete göre o ana kadarki yazmış olduğu tüm kitapları suya atmıştır. Mevlana’nın Mesnevisi ve Divan- Kebir’i okunduğunda ilahi aşkın sembollerle ve büyük bir coşkunlukla nasıl dile getirildiğini görebilirsiniz.
Mevlana ile Şems’in tanışması noktasında anlatılan rivayet şöyledir:
-Ey bilginler bilgini, söyle bana, Muhammed mi büyüktür yoksa Beyâzîd Bistâmî mi?
Mevlânâ, yolunu kesen bu garip yolcudan çok etkilenmiş, sorduğu sorudan ötürü şaşırmıştı:
-Bu nasıl sorudur? O ki peygamberlerin sonuncusudur; O'nun yanında Beyâzîd Bistâmî'in sözü mü olur
Bunun üstüne Tebrizli Şems şöyle dedi:
-Neden Muhammed “Kalbim paslanır da bu yüzden Rabb'ime günde yetmiş kez istiğfar ederim” diyor da, Beyâzîd, “Kendimi noksan sıfatlardan uzak tutarım, cüppemin içinde Allah'tan başka varlık yok” diyor; buna ne dersin?
Bu soruyu Mevlânâ şöyle karşıladı:
-Muhammed her gün yetmiş makam aşıyordu. Her makamın yüceliğine vardığında önceki makam ve mertebedeki bilgisinin yetmezliğinden istiğfar ediyordu. Oysa Beyâzîd ulaştığı makamın yüceliğinde doyuma ulaştı ve kendinden geçti, gücü sınırlıydı; onun için böyle konuştu.
Tebrizli Şems bu yorum karşısında "Allah, Allah" diye haykırarak onu kucakladı. Evet, aradığı o’ydu. Kaynaklar, bu buluşmanın olduğu yeri Merec-el Bahreyn (iki denizin buluştuğu nokta) diye adlandırdı.
Mevlana’nın genel itibariyle insanlara söylemiş olduğu ve İnsan-ı Kamil olma noktasında vermiş olduğu öğütler şöyledir.
- Cömertlik ve yardım etme konusunda akarsu gibi ol
Cömertlik ve yardım etme noktasında sürekli çalışmamız gerekir. Yapmış olduğumuz iyiliklerin, salih işlerin devamlılığı olmalıdır. Durmadan akıp gitmelidir. Çünkü akıp giden akarsu bir gün ummana karışacaktır. Ummana karışmak için sürekli cömert ve yardımsever olmalıyız.
- Şefkat ve merhamette güneş gibi ol
Şefkat ve merhamet duygumuz öyle olmalı ki en soğuk insanı dahi güneş gibi eritebilsin. Şefkati ve merhameti esirgememeliyiz. Nasıl ki insanın ve bitkilerin gelişmesinde güneş önemli bir rol oynuyorsa ruhsal olarak da şefkat ve merhamet insanın kâmil olma yolunda en büyük silahıdır.
- Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol
Kusurları gören değil; kusurları görüp düzeltip kapatanlardan olmalıyız. Kusur gören gözdedir.
- Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol
Hiddet ve asabiyet insanoğlunun baş düşmanıdır. Bu fiillere karşı ölü olmalıyız.
- Tevazu ve alçak gönüllükte toprak gibi ol
Toprak herkesin ayağının altında ezilir ancak her şeyi ve herkesi kabul eder, bağrına basar.
- Hoşgörülülükte deniz gibi ol
Hoşgörülü olmak insanı ön yargılardan kurtarır. Deniz gibi olmalıyız her şeyi kabul eden. Ancak içine sığmayanları sahile vuran bir deniz gibi olmalıyız.
- Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol
Riyakârlıktan uzak olmalıyız. Olduğumuz gibi görünüp olduğumuz gibi davranıp olduğumuz gibi konuşmalıyız. Olmadığımız şey olmaya çalışırsak taklitten öteye gidemeyiz.
Son olarak Mevlana Hz. Ali’yi nasıl anlatmış bir bakalım:
“O açıklayıcı imam, o Tanrı velisi, safa ehlinin vücut güneşidir. Yerde, gökte, mekânda, zamanda Hakk’la duran o imamın zatı, iç ve dış temizliği ile vasıflanmak vaciptir. Çünkü küfürden, ikiyüzlülükten kurtulmuştur, temizdir…
Onun toprağı birlik âlemidir. O, insanın hakikati ve canı gibiydi. Her şey fanidir, fakat can yaşar, ölmez. Onun hareketi kendinden diri olan ezeli varlıktandır. Beka çevresinde döner dolaşır; yaratıkları yaratanın zatı gibi O bakidir. Hakk’ın yüksek sıfatları Ali’nin vasfıdır. Hakk’ın sıfatları zaten ayrı değildir. O, Tanrı’nın zatına yapışmış “O” olmuştur. Hani duyduğun lâhutun gizli hazinesi yok mu; işte o odur. Çünkü o, Hakk’ta Hakk’la görünmüştür. O hazinenin nakdi, tükenmez ilimdi. İşte o ilimden maksat, yüce Ali’dir. Hakk’ın hikmetini ondan başka kimse bilemez. Zira o hâkimdir, her şeyin bilginidir.
İptidasız evvel o idi, sonsuz ahir de o olur. Peygamberlere yardım eden o idi, velilerin gören gözü de hakikaten odur. Yüzünün nurlu parıltısı, kendi ziyasından bir güneş yarattı. O, Hakk iledir; Hakk ondan görünür. Hakk ile ebedidir.
Âdemin toprağı onun nurundan idi; o sebeple meleklerin tacı oldu. Allah’ın isimleri ondan belirdi. O temiz ve yüce imamın ilmi sayesinde Âdem, her şeyi anladı. O nur tek olan yaratanın nuru olduğu içindir ki, melekler onun huzurunda secde ettiler. Evet, muhakkak ki, Âdem, O imamın nuru ile bütün ilahi isimleri bildi.
Şit, kendinde Ali’nin nurunu gördü ve yüksek âlemi öğrendi. Nuh, kendini yüksek menzile ulaştırıncaya kadar, istediğini hep ondan buldu. Gene ondandır ki kurtuluşa eren Nuh, dehirde gayret tufanını buldu da beladan kurtulmuş oldu. Halil peygamber, dostlukla onu andı da, ateş ona al lale oldu. Nemrud’un ateşi, o Allah’ın dostuna hep gül, nesrin, lale oldu. Gene o idi ki, keyfiyle kendi koyununu İsmail’e kurban etti. Yusuf kuyuda onu andı da, o saltanat mülkünü süsleyen tahtı buldu. Yakup, onun önünde birçok inledi de Yusuf’un kokusunu alıp gözleri açıldı. İmran’ın oğlu Musa, onun nurunu gördü de uzun geceler hayran kaldı. Kırk gece kendinden geçti; kavuşma ve görüşme zevkine daldı. Sonra dedi ki: “Yarabbi! Bana bu lütfundan bir alamet ver.” Hakk ona: “İşte sana nurlu eli verdim” dedi. Gene Ali’nin vergisidir ki, Meryem’e arkadaş oldu da İsa vücuda geldi…
O, şeriatte ilim şehrinin kapısıdır. Hakikatte ise iki cihanın beyidir. İki cihanın sultanı Muhammed, Hakk’a yakınlık gecesinde, Allah’a kavuşmanın harem yerinde onun sırrını gördü. Ali’nin nutkunu, Ali’den dinledi. Ali ile birleşilen o yerde Ali’den başka bulunmaz.
Allah yolunda gidenler isteyicidirler; Ali istenilendir. Söyleyenler söylerler, susarlar. O, susmaz, söyler. Ebedi ilim, onun göğsünde parlayıp göründü. Vahyolunanların sırlarını, o hakikat olarak bildi ve bildirdi. Ümmetlere haykırdı: “Allah yolunda Ali, sizin kılavuzunuzdur.” Allah’a içi doğru olanlar yüzlerini ona çevirmişlerdir. Zira o şahtır, doğru yolu gösterendir, efendidir. O, bütün peygamberlerin sırrında idi. Cenabı Mustafa: “Benimle açıkça beraber bulundu” dedi. Dinde evvel, ahır o idi. Allah ile içli dışlı o idi…
İşte bunları söyledim ki, bu yüksek mananın nüktesini öğrenesin de yüksek velayete eresin. Sence apaçık bilinsin ki, hakikatte yüce olan O’dur.
Ey efendi, benimle boşuna kavga etme. Bu böyledir. Hakikat budur ki, hepimiz bir zerreyiz, güneş odur. Biz hepimiz damlayız, deniz O’dur.”
Ayrıntılı Bilgi İçin; Alevi İslam Din Hizmetleri Sayfasını Takip Ediniz http://www.aleviislamdinhizmetleri.com/