Hızır Aleyhisselam, Hz. Musa’yı irşad eden, Ab-ı hayat’ı, (ölmezlik suyunu) içerek ölümsüzlüye erişmiş Erendir. Kendisine Tanrı tarafından batın bilgisi (Ledün, Hakikat ilmi yani gerçek ilim) verilerek Hz. Musa’yı eğitmekle görevlendirilmiş, tasavvuf ehli gerçek bilgiye sahip olmuş yetkin kişidir. İnsanın (insan-i Kamil) simgesi sayılmış, halk arasında ise dar zamanlarda imdada yetiştiğine inanıldığı bir Veli’dir. Burada anlatılmak istenen şu, her ne ve kim olursan ol, Peygamber dahi olsa, her kulun bir rehbere ihtiyacı var.
Ab-ı hayat suyu nedir, mana itibarıyla kalıcı ilimdir. Hak tarafından verilen bu ilahi ilim ile ölümsüzleşmiş bilgedir. Bu ilimle, bilgiyle donanmış kimseye de Veli denir. Ermiş insan-i Kamil vasıflarına sahip olmuş zattır. İşte Hz. Hızır budur. Kendisinden sonra kalıcı eser bırakmıştır, ilmini yani.
Ledün İlmi; Allah’ın sırlarına vasıflarına ait manevi bilgidir.
Hızır kelime olarak yeşil, yeşillik manasına gelir.
Yeşil; doğanın canlanması ile bereketin gelmesidir.
Hızır’ın yeşil renk ile tasvir edilmesi ise; ebedi yaşam ve bu yaşam kaynağından gelen bilginin tazeliğini temsil etmesidir.
İşte Hz. Musa ile Hz. Hızır’ın buluşma noktası ise makama cem’ül vücud (birlik makamı) denir.
Aynı zamanda burada ki zahir ilim Hz. Musa, batini ilim ise Hz. Hızır birleşmesidir.
Hz. Mevlana; Hz. Hızır’ı ve Kehf süresi 60-82 Ayetlerini şu şekilde yorumlamıştır:
“İki deniz can beden denizleridir. Bu iki denizin kavuştuğu yer insanın varlığıdır. Balık hayattır denize atlaması, bedenin hayat bulması, canın bedenle görünmesidir. İzlerine basıp geri dönmeleri, yaradılışta ki temizliğe fıtrata dönüş’tür. Bulduğu kul, yani Hızır kutsi akıldır. Ona Tanrı tarafından belirtilen bilgi, vasıtasız olarak ilham edilen ilahi bilgidir. Binilen gemi beden gemisidir, geminin delinmesi, rıyazatla ibadetle bedenin ve bedenle alakalı işlerin noksanlaşmasıdır. Öldürülen çocuk nefistir. Vardıkları köy bedene ait kuvvetlerdir. Hızır’ın düzelttiği duvar, tam inanç duvarıdır ki bu makamda can “nefs-i Mutmaine” adını alır.
Gemi sahibi olanlar, bedendeki hayvani kuvvetler ve zahiri duygulardır. Sağlam gemileri zapt eden padişah nefs-i emaredir.
Kur’an-ı Kerim’in Kehf Suresi, 60-82. Ayetleri, Musa peygamber ile kendisine Tanrı tarafından ilim verilmiş olan genç arkadaşı (Hz. Hızır) arasında geçenler anlatılır. Musa peygamber ile kullardan bir kul olarak bildirilen bu genç kimse “Hızır”dır ve Allah tarafından Hz. Musa’ya irşat etmek için görevlendirilmiştir. (Ayet 65)
Bu ayetlerin yorumu;
Uyumak gaflettir ve asıl gideceği yoldan vazgeçmektir.
Binilen gemi, beden gemisidir. Delinmesi riyazetle (nefsin isteklerini kırmak) noksanlaşmasıdır.
Öldürülen çocuk nefistir. Çocuğun temiz ve mümin annesi babası, can ve bedenin tabiatıdır.
Duvar mana itibaıyle, itikattı, inançtı doğru olma haliydi.
Hızır orucu eski (Rumi) takvime göre 31 Ocak, 1-2 Şubat günleri, yeni (Miladi) takvime göre de 13-14-15 Şubat günlere tekabül eder ve bu üç günde Hızır orucu tutulur. Birlik ve beraberliğin sağlanmasında, Alevi toplumu bu günlerde sağlıkları elverdiğince bu orucu tutmaya gayret edeler, orucun sonunda da niyet edilip, Hızır lokması pişirilir, kurbanlar kesilip konu-komşu ve yetimlerle paylaşılır. Hızır lokmasının en büyük özelliği, fakir-fukarayla paylaşılmasıdır.
Aleviler de Hızır ve Hızır orucu şu anlamdadır: Hz. İmam Hasan ve Hz. İmam Hüseyin hastalanırlar. Hz. Fatıma, âlemlere rahmet olarak gönderilen babası Hz. Muhammed’in yanına varır ve pek üzgündür. Allah’ın Resul’ü, kızının bu halini görünce ona ne için bu kadar üzgün olduğunu sorar. Hz. Fatıma “baba, çocuklar çok hasta ve yatıyorlar, bir türlü ateşlerini düşüremedim” der.
Allah’ın Resulü; “çocuklar için üç gün oruç adağında bulunun” der. Hz. Fatıma çocukların şifa bulması için üç günlük adak (nezir) orucuna niyet eder. Hz. Fatıma’nın oruca niyet ettiğini gören Hz. İmam Ali, ne olduğunu sorar, Hz. Fatıma olanı anlatır ve Hz. Ali’de bu oruca niyet eder. Hz. Ali ve Hz. Fatıma’yı gören İmam Hasan ve İmam Hüseyin’in bakımından sorumlu olan Fıdda da bu oruca niyet eder.
Kur’an-ı Kerim İnsan Süresi Ayet 7-8-9; bunlar adaklarını yerine getirirler, şerri gittikçe artan günden korkarlar yine. Tanrı sevgisi ile yoksula ve yetime tutsaklara yiyecek verirler doysun diye. Derler; Tanrı rızası için yediriyoruz bir karşılık teşekkür sizden beklemiyoruz.
Oruca niyet ederler, fakat akşam oruçlarını açmalarında yiyecekleri yoktur. Hz. Ali o günü gidip günlük iş bulur, o günün rızkıyla da (kazancı) bir miktar buğday alır eve getirir, Hz. Fatıma anamıza verir. Hz. Fatıma bu buğdayı el değirmeni ile öğütür un eder, bu unu da üç bölüme ayırır.
Birinci günü ayırdığı undan ekmek yapar ve akşam oruçlarını açacakları zaman da bu ekmeği beşe böler, tam oruçlarını açacakları saatte kapı çalar, kapıyı açan Hz. Ali karşısında “Ey Muhammed’in Ehl-i Beyt’i kapınız da miskinlerden bir yoksul geldi ve açım, beni doyurmaz mısınız?” der.
O vakit; Hz. Ali efendimiz, Hz.Fatıma’ya “Ey Resul’ün kızı ya Fatıma şu an kapımızda zor durumda ve aç olduğunu söyleyen bir yoksul var ne yapmamı istersin” diye sorar. Hz. Fatıma ise “bu hususta benim sana karşı en ufak bir itirazım olmaz, sen nasıl istersen öyle olsun” der. Bu konuşmalardan sonra tüm aile kendi lokmalarının tamamını gelen yoksula verirler, oruçlarını da su ile açarlar. İkinci gün yine aynı saatte bir yetim ve üçüncü gün aynı saatte (oruç ama saati) esir gelip kapılarını çalarlar. Birinci gün olduğu gibi Hz. Ali ve tüm aile yiyeceklerini gelen bu kimseye verirler.
Dördüncü günü, Hz. Ali efendimiz İmam Hasan ve İmam Hüseyin’i yanına alıp, Hz. Muhammed’in evine gider. Peygamber efendimiz, karşısında Ehl-i Beyt’inin bu solgun halini görünce; “Ya Ali, nedir bu haliniz, çocuklar niye bu kadar perişan” diye sorar. Hz. Ali ise, bu üç gün yaşadıklarını Allah’ın Resul’üne anlatır.
Allah’ın Resul’ü ise; “Ya Ali üç gün boyunca sizin hanenize gelen o kimseler Hızır Aleyhisselam idi. Cenab-ı Hakk, sizin sabrınızı sınamak üzere, Hızır’ı bu üç kimlikte hanenize gönderdi.” dedi.
Bu konuşmalardan sonra, Cebrail nazil olur ve şu Kur’an ayet’lerini getirir. “Onlar kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire verdiler. Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz, sizden ne bir fedakârlık, nede bir teşekkür bekliyoruz. Çünkü biz, çetin ve belalı bir günde Rabbimizden korkarız dediler. İşte bu yüzden Allah onları, o günün fenalığından esirger, yüzlerine parlaklık, gönüllerine sevinç verir.” (İnsan Suresi A. 7,8,9,10)
Hz. Ali, Hz. Fatıma, çocukları ve yardımcıları Fidda’nın tutmuş oldukları bu üç günlük oruç, onların yolundan giden tüm âlem halkına farz olmuştur. Aleviler de Ehl-i Beyt ve Hızır aşkına, Allah rızası için bu üç günlük Hızır orucunu tutarlar ve arkasından da Cem evlerinde toplanıp ibadetlerini yaparlar, getirilen lokmalarını dağıtırlar, Allah’a dua da ve niyazda bulunurlar. Buna da Hızır Cem’i denir.
Orucun amacı aç kalmak değildir, bedenin tüm azaları ile oruçlu olma halidir. Nedir bu azalar, nefsine hâkim, eline, diline, beline hâkim olma halidir. Nefsini ıslah etme ve önüne geçme halidir. Hızır orucu Aleviler de daha yaygın olarak tutulur.
Cenab-ı Hakk (orucunuzu) niyetlerinizi, lokmalarınızı dergâhı izzetinde kabul ve makbul eylesin. Birlik beraberliğiniz daimi olsun, darda-zorda kalana Ali baş, Hızır yoldaşı olsun
CEM Vakfı Genel Merkezi